10 Mayıs 2017 Çarşamba

KÜRESELLEŞME VE SONRASI 2

TÜRK ORDUSU'NUN BARIŞ VE GÜVENLİĞİ SAĞLAMAK İÇİN YAPTIĞI FAALİYETLER


Uluslararası barışın sağlanması amacıyla, BM ve NATO kararlarıyla, 63 bin 686 Türk askeri, bugüne kadar 13 kez yurt dışında görev yapmıştır. Halen Kabil, Bosna-Hersek, Kosova, Letonya'da 1045 askerimiz görev yapmaktadır. NATO ve BM'nin kararları doğrultusunda Türkiye, TBMM'den çıkan yasalarla birçok ülkeye asker göndermiştir.
Dünya barışının korunmasına yönelik BM barışı koruma faaliyetlerine Türkiye'nin katkısı, 1950 yılında Kore Savaşı ile başladı. Daha sonra Türk askeri Somali, Bosna Hersek, Adriyatik Denizi, Arnavutluk, İran - Irak, Kuveyt, Doğu Timor, Gürcistan ve Afganistan'da görev almıştır.

Türk Askerlerinin Aldığı Görevler


  1.        . Kore Savaşı'na katılan TSK, 1950 yılında başladığı görevini 1953'de başarıyla tamamladı. 
  2.        .  Somali'de, 1993-1994 yıllarında.
  3.           .Bosna-Hersek'te,  Ağustos 1993'ten Aralık 1995'e kadar görev yaptı. Daha sonra NATO Harekâtı olarak 1995'ten Aralık 2004'e kadar bir tugay görev yaptı.
  4.       Mehmetçik, eski Yugoslavya hava sahasının kontrolü için tesis edilen "Deny Flight" harekâtına  katıldı.
  5.        Adriyatik Denizi'nde düzenlenen SHARPGUAR Harekâtı'na (NATO harekâtı) Temmuz 1992'den Ekim 1996'ya kadar katıldı.
  6.        Arnavutluk'ta Nisan 1997'den Ağustos 1997'ye kadar deniz gücü katılımı devam etti
  7.        İran-lrak Harekâtı'nda, dönemler halinde 10'ar asker personel, BM Harekâtı'na katıldı.

  8.      Kuveyt'te Irak'ın saldırısından sonra, BM Harekâtı olarak, dönemler halinde 
  9.        .  Doğu Timor'da, Şubat 2000'den Mayıs 2004'e kadar dönemler halinde 
  10.        . Gürcistan'da, AGİT Harekâtı olarak, Şubat 2000'den Aralık 2004'e kadar 10 subay görev aldı.
  11.        . Afganistan'da, Uluslararası Güvenlik ve Yardım Harekâtı olarak 2002'den 2005'e kadar 

  12.       .   AB tarafından Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde 30   Temmuz 2006'da yapılan seçimler için görev aldı.
  13.        . Makedonya'da  NATO tarafından  başlatılan Essential Harvest Harekâtı için  Ağustos 2001 -Ekim 2001 tarihleri arasında katıldı.

Devam Eden Görevler
       Halen 4 Mayıs 2006'dan beri Kabil'de 260 Türk askeri görev yapıyor.
       Bosna Hersek'te devam eden ALTHEA Harekâ-tı'nda300 kişi bulunuyor.
       Kosova'da, NATO - Sofa Antlaşması gereğince 400 kişi görev yapıyor.
       Letonya'da ise 4 F-16 uçağı, 85 personeliyle görev yapıyor.


Katrina Kasırgası, Pakistan Depremi (2005)

Mehmetçik, askeri görevlerinin yanı sıra dünyada yaşanan doğal afetler sonrasında da uluslararası operasyonlarda görev alıyor.
Katrina Kasırgası sonrası NATO'nun insani yardım amaçlı ABD'ye desteği kapsamında 30 Eylül - 8 Ekim 2005 tarihleri arasında, bir C -130 uçağı görevlendirildi. Pakistan'da yaşanan 8 Ekim 2005 depreminin ardından bölgeye gönderilen yardım malzemeleri, Türk Hava Kuvvetleri'ne ait kargo uçaklarıyla bölgeye aktarıldı. Aynı zamanda iki hava üssü, İleri Lojistik Merkezi olarak, iki C-130 Kargo uçağı NATO'nun .hava köprüsü için ve gerektiğinde kullanılmak üzere bir firkateyn, NATO deniz köprüsü için tahsis edildi.

Türk Kızılayı

1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ile adını almıştır,1935 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından uygun görülen Türkiye Kızılay Cemiyeti adını almıştır.

İlkeleri
Kızılay Uluslararası Kızılay - Kızılhaç hareketi temel ilkeleri olan;
       İnsaniyetçilik: Kızılay savaşlarda yaralılara ayırım gözetmeksizin yardım etmek ister. Gerek ulusal gerekse uluslararası alanda insanların acılarını koşullara bakmaksızın önlemek veya hafifletmek, insanların yaşamını ve sağlığını korumak, insan kişiliğine saygı göstermek Kızılay'ın amaçlarıdır. Uluslar arasında anlayış ve dostluğun geliştirilmesini, ulusların işbirliği yaparak barışın sürekli olmasını hedef alır.
       Ayırım gözetmemek: Kızılay ırk, din, cinsiyet, milliyet, sosyal sınıf ve siyasal görüş farklarını gözetmeden, insanların izdıraplarını göz önüne alarak yardım eder ve öncelikli gereksinimleri gidermek i£in çalışır.
       Tarafsızlık: Kızılay düşmanlıklarda taraf tutmaz, taraf olmaz, dini, felsefi, siyasi ve ırksal tartışmalara katılmaz.
       Bağımsızlık: Kızılay Türkiye Cumhuriyeti Devleti yasalarına ve ilgili uluslararası kurallara uyarak bağımsız olarak insancıl faaliyetler yapar ve kamuya yardımcı olur.
       Hayır kurumu niteliği: Kızılay çalışmalarından ve yardımlarından çıkar amacı gözetmez gönüllü olarak yardım etmeye çalışır.
       Birlik: Türkiye'de aynı amaçla ve herhangi bir isim ile başka bir kuruluş kurulamaz, herkese açıktır, bütün yurtta çalışmalar yapar.
       Evrensellik: Kızılay aynı amaçla çalışan yabancı ulusal kuruluşlarla aynı haklara sahip ve karşılıklı yardımlaşma ile görevli evrensel bir kuruluştur.

İlkelerine bağlı tâbi bir kurumdur.
Kızılay, insan kişiliğine saygıyı, karşılıklı anlayış, dostluğu, yardımlaşmayı, iş birliği ve sürekli barışı destekler.

Kızılay'ın amacı, her nerede görülür ise, hiçbir ayrım yapmaksızın insanın acısını önlemeye veya hafifletmeye çalışmak, insanın hayatını ve sağlığını korumak, onun kişiliğine saygı gösterilmesini sağlamak ve insanlar arasındaki karşılıklı anlayışı, dostluğu saygıyı, işbirliğini ve sürekli barışı getirmeye uğraşmaktır. Kızılay ihtiyaç anında dayanışmanın, ıstırap anında eşitliğin, savaşın en kızgın anında insancıllığın, tarafsızlığın ve barışın simgesidir.
Amaçları
       Kızılay savaşta felâkete uğrayanları koruyan 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleriyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin taraf bulunduğu ulusla-
rarası antlaşmaların kendisine yüklediği hizmetleri görür veya yerine getirilmesine yardımcı olur,
       Kızılay barışta yurt içinde ve yurt dışında vukua gelen her türlü afet ve felâketlere karşı Tüzüğü dâhilinde üzerine düşen hizmetleri yerine getirir,
       Kızılay insaniyetçi hukuk ilkelerine bağlı kalır, sağlık ve sosyal dayanışmayı destekler, sosyal refahın geliştirilmesine yardımcı olur,
       Kızılay Uluslararası Kızılhaç Komitesi, Kızılay - Kızılhaç Dernekleri Federasyonu ve bu federasyona dâhil ulusal kuruluşlarla amaç ve işbirliği yapar.

Görevleri
Savaşta veya hükümetin ilan ettiği olağanüstü hallerde
       Hükümetin gösterdiği lüzum ve ihtiyaca göre cephede ve cephe gerisinde Türk Milleti ve Silâhlı Kuvvetlerine Kızılay amacına uygun yardımlarda bulunur.
       Savaş görevlerini yerine getirecek araç ve gereçlerle ilaçları sürekli kontrol altında bulundurur, bozulma ve eksilmeye mahal bırakmadan gerekenleri elden çıkarır; yerine tazelerini, yenilerini koymak suretiyle stok seviyesini korumaya çalışır.
       Silâhlı Kuvvetlerle bağlantı kurmak ve iş birliği sağlamak için gerektiği kadar Genel Merkez Kurulu Üyesini veya duruma göre Genel Merkez Kurulu'nun atayacağı diğer görevlileri Silâhlı Kuvvetler yanına delege olarak gönderir.
       Türk, dost ve düşman savaş tutsakları ile gözaltına alınanların ve mültecilerin değiştirilmesine ve aileleriyle haberleşmelerine, bunlara para ve eşya ulaştırılmasını sağlamaya aracılık eder; bunun için gerekli araştırma ve haberleşme örgütünü kurar.
       Tehlikeli bölgelerde bulunan çocukların ve korunmaları gerekenlerin hükümetin göstereceği yerlere taşınmalarına ve yerleştirilmelerine yardım eder.

Barışta
       Hemşireler, gönüllü hemşireler ve hasta bakıcılar yetiştirir. Dispanserler, sağlık merkezleri, hastaneler, amaçlarına uygun öğretici merkezler ve iyileştirme merkezleri açar ve yönetir.
       Kan yardımı ile kan türevleri sağlayacak teşkilâtı kurar, yönetir ve teşkilâtın yurt düzeyinde gelişmesi için gereken önlemleri alır.
       Salgın hastalıklara, halk sağlığını ilgilendiren benzer afetlere ve çocuk ölümlerine karşı mücadeleye katılır ve yardım eder.
       Muhtaç hastalara tedavi yardımı yapar; güçsüz ve fiziksel özürlülere noksan veya arızalı organlarının fonksiyonlarını tamamlayıcı, destekleyici veya rehabilite edici nitelikte araç temin etmeye çalışır.
       Türk Medeni Kanunu’na göre gerçek ve tüzel kişiler tarafından Kızılay eliyle kurulmak istenilen vakıf ve tesisleri kabul eder ve işletir.

Uluslararası yardımlaşmalarda
       Kızılay, Uluslararası Kızılhaç Komitesi, Kızılay - Kızılhaç Dernekleri Federasyonu ve bu federasyona dâhil ulusal kuruluşların afet, felâket ve acil yardım çalışmalarına katılır. Ekipler gönderir, acil yardım malzemesi ve para yardımlarında bulunur.
       Savaşta ve barışta Uluslararası Kızılhaç Komitesi'yle Kızılay - Kızılhaç Dernekleri Federasyonu ve bu federasyona dâhil ulusal kuruluşlarla ortak çalışmalara katılır ve bunlara temsilci gönderir. Onların temsilcilerini kabul eder, yabancı heyetlerin sivil ve askerî makamlarla olan ilişkilerini kolaylaştırır.

Kızılay, Orta Doğu ve Balkanlarda yakın dönemlerde meydana gelen savaş ve doğal afetlerde mağdur durumda olan insanlara her türlü yardımı yapmış, yapmaya da devam etmektedir.

TERÖR
İç ve Dış Tehdit
a. İç Tehdit: iç tehdidin esasını, yıkıcı ve bölücü unsurlar oluşturmaktadır. Yıkıcı ve bölücü unsurların hedefi, ülkede anarşi ve terör ortamı yaratarak devlet otoritesini sarsmaktır. İç tehdit unsurları şunlardır:
       Dil, din, ırk ve mezhep ayrılıkları konusunda yapılan kışkırtmalar
       Siyasi rejimi ve devlet düzenini zorla değiştirmek için meydana getirilen anarşik olaylar
       Sosyal rahatsızlıkları fırsat bilerek devlet aleyhine çıkartılan ayaklanmalar
       Ülke ve millet bütünlüğünü bozmak için yapılan eylemler

b. Dış Tehdit: Dış tehdidin esasını, Türkiye'nin jeopolitik öneminden dolayı yabancı ülkelerin, ülkemiz üzerindeki emelleri oluşturmaktadır.
Dış tehdit unsurları şunlardır:
       Türkiye'nin çevresinde ortaya çıkan savaşlar
       Türk topraklarını parçalamaya yönelik planlar
       Uluslararası alanda etkili olan siyasi gelişmeler
       Komşu ülkelerin Türkiye üzerindeki hedefleri
       Sanayileşmiş ülkelerin Orta Doğu ve Türkiye'ye yönelik politikaları

Azınlıklar Sorunu ve Ermeni Soykırımı Yalanı

Dünya kamuoyundaki Ermeni soykırımı iddiaları bugüne kadar doğruluğu ispatlanmamış olan rivayete (söylentiye) dayalı bazı yayınlardan kaynaklanmatadır. Hâlbuki "Tarih belge ile yazılır" hükmü, dünya bilim dünyasınca kabul edilen bir gerçektir. Çünkü arşivlere dayalı bilimsel çalışmalar, önyargı ve siyasi yaklaşımları ortadan kaldıracaktır. Arşivler, diğer tarihi kaynaklar arasında gerçeği en objektif şekilde yansıtan gerçeğe dayalı belgelerdir. Bu nedenle Batı ülkelerinde siyasi bir yaklaşımla ele alınan Ermeni konusunun tarihin asıl kaynaklarına inilerek değerlendirilmesi gerekir. Tarihi konular ve olaylar hakkında hüküm verebilmek için, tarihin aslına dayalı kaynakları olan arşivler, tarih araştırmacıları için gerçek belge niteliğindedir.
Ermeni konusu hakkında Batı ülkelerinde yapılan yayınlar birinci elden kaynaklara dayanmadığı için, ne yazık ki eksik, hatalı ve taraflı olmuşlardır. Oysa Türk arşivlerinde (Başbakanlık Arşivi) Ermeni konusu ile ilgili milyonlarca belge vardır.
Bu belgeler, olayları objektif bir şekilde aydınlatacak mahiyettedir.

Tarihte Türk - Ermeni Münasebetleri ve Ermeni Tehciri (27 Mayıs 1915)

Tarihte ilk Türk-Ermeni münasebetleri, 1048 yılında Büyük Selçuklularla Bizans arasında yapılan Pasinler Savaşı'yla başlamıştır. Bu tarihten itibaren gerek Selçuklular gerekse Osmanlıların bünyesinde varlığını devam ettiren Ermeniler, devlete sadakatlerinden dolayı "millet-i sadıka" diye isimlendirilmişlerdir. Osmanlının en sorunsuz toplumu olan Ermeniler, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması'yla Batılı devletlerce kışkırtılmış ve bu gelişmeyle tarihte Ermeni Sorunu ortaya çıkmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Batılı devletlerin oyununa gelen bazı Ermeni grupları, Anadolu'da katliamlarda bulundular. Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti, ayaklanan ve Türk birlikleriyle çatışmaya giren Ermenileri Suriye - Filistin dolaylarına tehcire (zorunlu göçe) tabi tuttu (27 Mayıs 1915).

KANLI ERMENİ TERÖRÜ ASALA
1975-1985 yılları arasında faaliyet gösteren Ermeni silahlı terör örgütüdür.
"Ermenistan'ın özgürlüğü için Gizli Ermeni Ordusu" anlamına gelen İngilizce "Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia" ifadesinin kısaltmasıdır. Bağımsız bir Ermenistan'ın kurulması ve 1915 yılında gerçekleştiği iddia edilen sözde Ermeni soykırımının kabul ettirilmesi için çalışmıştır.
1975 yılında Lübnan'daki iç savaş esnasında, Beyrut şehrinde, Agop Agopyan ve Agop Tarakçıyan tarafından kurulmuştur. Fransa ve Yunanistan ASALA'nın üsleri olmuştur.
ASALA 70'li ve 80'li yılların en çok tanınan, en iyi organize olmuş Ermeni terörist grubudur.
Amerikan hükümet kaynaklarına göre 1968'den günümüze Asala, 84 olayda 299 kişiyi yaralamış 46 kişiyi öldürmüştür.
Paris'te Türk Hava Yolları'nı bombalayan örgüt üyelerine 30 ay ceza verilmiştir. 1983 Temmuz'unda gerçekleşen Orly Havaalanı katliamında 8 kişiyi öldürüp 52 kişiyi yaralamışlardır.
1985 ve 1997 yılları arasında Asala tarafından kayda değer bir terör eylemi gerçekleştirilmemiştir. 1997 yılında Brüksel'deki Türk Konsolosluğu bombalanmış, bir kişi yetkilileri arayarak olayı ASALA'nın gerçekleştirdiğini iddia etmiş, ancak bu iddiayı doğrular bir kanıt ele geçirilememiştir.

İç Terör

Terör, tanım olarak, insanları yıldırmak, sindirmek yoluyla onlara belli düşünce ve davranışları benimsetmek için zor kullanma ya da tehdit etme eylemidir. Terör, büyük çaplı korku veren ve bireylerde yılgınlık yaratan bir eylem durumunu ifade ederken; terörizm, siyasal amaçlar için mevcut durumu yasadışı yollardan değiştirmek amacıyla örgütlü, sistemli ve sürekli terör eylemlerini kullanmayı bir yöntem olarak benimseme durumudur.

ORTA ASYA'DAN BATI'YA ENERJİ HATTI 

Kafkasya 20. yüzyıla kadar doğudan batıya uzanan tarihi İpek Yolu ticaretinin ana güzergâhıydı. 20. ve 21. yüzyılda enerji kaynaklarının egemenliğine dayalı bir siyasi anlayışın dünya siyasetine yerleşmesiyle, Hazar havzası ve Orta Asya'dan Avrupa'ya nakledilen doğalgaz ve petrolün, ciddi bir enerji koridoru oluşturması bölgeyi önemli konuma getirmiştir.
Sovyetler birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri'nin sahip oldukları, petrol ve doğal gaz kaynakları tüm devletlerin dikkatini bu yöne çekmiş ve bu kaynakların Avrasya bölgesinden dağıtımı yapılacak yolları kontrol etme çabası soğuk savaş sonrası siyasetin temel konularından birisi haline gelmiştir. Günümüzde evrensel ekonominin itici gücü haline gelen enerjiye olan ihtiyaç ve bu ihtiyacın uzun vadede daha da büyük boyutlara ulaşacağı göz önünde bulundurulursa, bölgeye olan büyük ilginin nedeni de anlaşılmış olur.
Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi'nin Aralık 2001 tarihli raporuna göre, Hazar Bölgesi'nin doğal gaz ve petrol rezerv miktarları 16 ile 32.5 milyar varildir. Doğal gaz rezervlerine bakacak olursak, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gaz zengini en önemli 20 ülke arasında yer almaktadır. Dünyanın en büyük üçüncü doğal gaz rezervine sahip olan Türkmenistan, 97 milyar m3, Özbekistan 62,5 milyar m3 doğal gaz üretimiyle doğal gaz zengini ülkelerdir. Bölgenin sahip olduğu yer altı kaynaklarına dünya devletlerinin ihtiyacı oldukça büyüktür. Amerika ile Türkiye arasında oluşturulan stratejik işbirliği sonucunda Bakü - Tiflis – 
Ceyhan Petrol Boru Hattı ya da kısaca BTC, Azerbaycan petrolünü Gürcistan üzerinden Türkiye'nin Akdeniz kıyılarına taşıyan petrol boru hattı Temmuz 2006 tarihinde hizmete girmiştir. Tüm Dünya'da ucuz ve istikrarlı enerji kaynaklarına sahip olabilmek için yoğun bir mücadelenin yaşandığı ve Sovyetler Birliği'nin 1991 yılının sonunda resmen dağılmasının ardından Kafkaslar ve Hazar Denizi çevresinin bu mücadelenin en çok hissedildiği bölge olduğu düşünüldüğünde BTC Boru Hattı oldukça stratejik bir öneme sahiptir.
Ayrıca bu hat, Karadeniz altından Türkiye'ye doğal gaz taşınmasını sağlayacak olan Rus Mavi Akım projesinden sonraki önemli enerji hatlarından biri olmuştur. Doğu - Batı Enerji koridorunun ayrılmaz parçası olan bu hat, Kazakistan, Azerbaycan ve Türkmenistan gibi ülkeleri Rusya'nın tekelinden kurtaran yaşamsal bir projedir. Böylece kesintisiz ihraç olanağına kavuşan ülkeler, doğal kaynaklarını gerçek değerleri ile pazarlama imkânına kavuşmuşlardır.
Ayrıca bu boru hattıyla,.Rusya'nın petrolün Boğazlar yoluyla taşınmasını öngören planı saf dışı bırakılıp Boğazların güvenliği ile ilgili, Boğazlardaki olası bir Rus varlığını önlemiştir.
Bu tablo ve buna bağlı gelişmeler, bölgeyi önemli bir enerji koridoru durumuna getirmiş; bölgede hâkimiyet mücadelesi kızışmıştır. Bu durum, 2008 Ağustos'unda Gürcistan'ın Güney Osetya bölgesine saldırısını bahane eden Rusya'nın, Gürcistan topraklarına girmesi sonucu Rus - Gürcü Savaşına (Osetya Savaşı) neden olmuştur. Yani savaşın asıl nedeni, enerji hatlarına egemen olmak istemesi ve bu anlamda Batı'ya gözdağı vermek istemesidir.

Enerji Koridoru Türkiye
Enerji koridoru olan coğrafyaların siyasi istikrarı, enerjiyi üreten ve tüketen ülkeler için hayati önem taşımaktadır. Petrol ve doğalgazın üretimi için güvenlik ve istikrara ne kadar ihtiyaç varsa, onun tüketicisi olan gelişmiş ülkelere ulaştırılmasını sağlayan ülkelerin iç politik istikrarı da o kadar önem taşımaktadır. Türkiye, enerji kaynakları son derece zengin olan ülkelerle komşu ve oldukça yakın durumdadır. Dünya üzerinde belirlenmiş petrol ve gaz rezervlerinin dörtte üçü Türkiye'nin çevresindedir. Doğalgaz ve petrol rezervleri bakımından oldukça zengin olan Orta Asya ve Orta Doğu ülkeleri ile enerji ihtiyacı olan sanayileşmiş Batı ülkeleri arasında, Anadolu'nun en güvenli koridor olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu da Türkiye'yi 21. yüzyılın "enerji koridorunun anahtan" yapmaktadır. Türkiye'nin, enerji geçiş kapısı olma özelliğine sahip olması, kendisine ekonomik sorunları aşma fırsatını da sunmaktadır.

Nabucco Boru Hata Projesi
Nabucco boru hattı Türkiye'den AB ülkelerine doğal gaz taşımak amacıyla yapılması planlanan uzun geçişli bir boru hattı projesidir. Avrupa'nın en büyük doğal gaz sağlayıcısı konumundaki Rusya'dan yapılan sevkiyata alternatif olması amacıyla ABD ve AB tarafından desteklenmektedir.

Hattın Güzergâhı ve Proje Özellikleri
Hattın güzergâhı ve diğer hatlarla bağlantısı Türkiye'den başlayacak olan 3,300 km'lik bir boru hattının inşasına 2010'da başlanacağı duyurulmuştur. Proje 2002 yılında BOTAŞ (Türkiye) tarafından başlatılmıştır. Türkiye'den çıktıktan sonra istasyon ülke Avusturya'ya kadar sırasıyla Bulgaristan, Romanya ve Macaristan'dan geçecek boru hattı ortakları eşit hisse ile BOTAŞ (Türkiye), Bulgargaz (Bulgaristan), Transgaz (Romanya), MOL (Macaristan), OMV (Avusturya ve RWE (Almanya)'dır. 2020 yılında 31 milyar m3 doğalgaz taşıyacağı hesaplanan hat, aynı zamanda AB'nin Trans - Avrupa Enerji Hattı'nın bir parçası olarak öngörülmekte olup yapılabilirlik ve mühendislik çalışmaları için AB fonlarından da faydalanılmıştır. ilk hesaplara göre toplam maliyet 4.6 milyar Euro'dur.
Hat Erzurum'da Türkiye - İran Doğalgaz Hattı ile birleşerek, yine yapımı düşünülen Trans -Kafkas Gaz Hattı ile bağlanacaktır. Bu özellikleriyle hat, hem Orta Asya'yı hem de Orta Doğu'yu gaz hatları olarak bağlayacak ve batı ucunda Avusturya'nın temel doğal gaz taşıyıcısı hattı olan Baumgarten an der March Hattı ile birleşecektir.

GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi)

Güneydoğu Anadolu Projesi, kısaca GAP, Fırat ve Dicle Nehirleri üzerinde yapımı amaçlanan barajlar, hidroelektrik santralleri ve sulama tesislerinin yanı sıra kentsel ve kırsal altyapı, ulaştırma, sanayi, eğitim, sağlık ve diğer sektörlerin gelişmesini ve hizmetlerini kapsayan bütünleşmiş projedir.

Projenin önemi
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)'ın amacı; "Yukarı Mezopotamya" olarak bilinen ve eski çağlarda uygarlığın beşiği olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin, sosyal ve ekonomik gelişimini sağlamaktır. Türkiye'yi bölgesel kalkınma konusunda dünyaya örnek konuma getiren GAP; Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yapımı süren baraj ve hidroelektrik santralleri ile sulama tesislerinin yanı sıra kentsel ve kırsal altyapı, tarım, ulaştırma, sanayi, eğitim, sağlık, konut, turizm ve diğer sektörlerdeki yatırımları da kapsayan bütünleşmiş ve sürdürülebilir bir kalkınma yaklaşımı içinde devam ettirilmektedir. İnsan odaklı bir kalkınma projesi olarak GAP, bölge halkının daha iyi bir yaşam kalitesine ulaşmasını ve diğer bölgelerle arasındaki gelişmişlik farkının ortadan kaldırılmasını hedeflemektedir. Teknik özellikleri ile fiziki büyüklüklerinin yanı sıra GAP, insani ve yenilikçi yaklaşımları ile de tüm dünyanın haklı ilgisini çekmektedir. Proje, istihdam yaratarak, gelir düzeyini yükselterek, kentsel ve kırsal merkezlerin hizmet kapasitelerini geliştirerek bölge halkının yaşamını daha şimdiden olumlu yönde etkilemiştir. Proje henüz tamamlanmamasına rağmen, bugüne kadar elde edilen sonuçlar; tarihin ilk uygarlıklarına tanıklık etmiş bu bölgede, yeni ve daha parlak bir uygarlık yaratılabileceği konusunda Türkiye'ye ve Dünya'ya olumlu mesajlar vermektedir.

Teknik detaylar
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, büyük bir tarım potansiyeline sahiptir. Ancak tarımda karşılaşılan en önemli sorun, su yetersizliğidir. GAP'ın tamamlanmasıyla sulanabilecek alanlar genişleyecektir. Böylece tarımsal ürün artacak, bazı alanlarda yılda birden fazla ürün alınabilecektir. GAP, ülkemiz ekonomisinin kalkınması için büyük önem taşımaktadır. GAP, 25 büyük sulama projesini kapsayan ve tamamlandığında 1,7 milyon hektar tarım alanının sulamasını gerçekleştirecek olan dev bir projedir. Ülkemizde sulanabilir potansiyele sahip olan alanların 8,5 milyon hektar civarında olduğu düşünülürse bu projenin büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Projenin toplam tutarı 32 Milyar ABD Dolan'dır. Projenin, 2010 yılına kadar tamamlanmış olması planlanmaktadır.
GAP'ın tamamlanmasıyla ülkemizde bölgeler arası ekonomik ve sosyal farklılıkların azaltılması amaçlanmıştır.

Gölcük Depremi (1999)
1999 Gölcük Depremi, 17 Ağustos 1999 sabahı, yerel saatle 03.02'de gerçekleşmiştir. Kocaeli Gölcük merkezli olan deprem 7,5 büyüklüğünde hissedilmiştir. Bu deprem, büyük çapta can ve mal kaybına neden olmuştur.
17 Ağustos depremi, tüm Marmara Bölgesi'nde, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda hissedildi. Resmi raporlara göre, 17.840 ölüm, 43.953 yaralı oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 konut, 42.902 işyeri hasar gördü. Resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50.000 ölüm, ağır-hafif 100.000 e yakın yaralı olmuştur. Ayrıca 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600.000 kişiyi evsiz bırakmıştır. Yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir. Bu nedenle Türkiye'nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biridir. Bu deprem maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden biridir. Yapım hatalarından dolayı çöken binaların müteahhitlerine birçok dava açılmıştır. Bu davalardan bazıları sonuçsuz kalmıştır.
Resmi rakamlara göre Gölcük depremi

İllere göre ölü sayısı: 
Bolu: 270 
Bursa: 268
Eskişehir: 86 
İstanbul: 981 
Kocaeli: 9.477
Sakarya: 3.891 
Yalova: 2.504 
 Zonguldak: 3 olmak üzere toplam 17.480 kişi ölmüştür.
Yaralı sayısı: 23 bin 781
Sakat kalan: 505
Yıkılan ve ağır hasarlı bina: 16 bin 649 
Orta hasarlı konut: 90 bin 536
Orta hasarlı işyeri: 14 bin 133  
Az hasarlı konut: 102 bin 822  
Az hasarlı işyeri: 13 bin 344 
Prefabrik talep sayısı: 43 bin 264 
Dağıtılan prefabrik sayısı: 40 bin 786

DÜNYANIN ÇEŞİTLİ SORUNLARI
(Küresel Isınma - Çevre Kirliliği - Terör - Açlık Yoksulluk - Hızlı Nüfus Artışı - Salgın ve Bulaşıcı Hastalıklar) (Çernobil - Dünya Sağlık Örgütü - Kyoto Protokolü)

Küresel Isınma
Küresel ısınma, insan faaliyetleri sonucu atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artışa verilen isimdir.
Küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu düşünülmektedir. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazların, güneşten gelen radyasyonun, ısıyı soğutarak yerkürenin fazlaca ısınmasına yol açtığı ileri sürülmektedir. Günümüzde bilim çevreleri, küresel ısınmada başrolü atmosferdeki karbondioksit oranının artmasının oynadığı ifade edilmektedir.



Çevre Kirliliği
Çeşitli kaynaklardan çıkan katı, sıvı ve gaz halindeki maddelerin hava, su ve toprakta yüksek oranda birikmesi, çevre kirliliği oluşmasına neden olmaktadır. Hızla artan dünya nüfusunun ihtiyaçlarının karşılanması için teknolojinin gelişmesine bağlı olarak endüstrileşmenin de artması gerekmektedir. Bu artış beraberinde var olan doğal kaynakların hızla tükenmesine neden olmaktadır.
Çevre Kirliliğinin Genel Nedenleri
       Hızlı nüfus artışı,
       Plansız kentleşme,
       Plansız endüstrileşme 
       Doğal kaynakların hoyratça kullanılması
Son yıllarda teknoloji ve sanayinin hızla gelişmesi, çevre sorunlarının da artmasına sebep olmuştur. Artan nüfusla birlikte devreye giren altyapılar, faaliyete geçtikleri günde bile yetersiz kalmaktadır. Bu plansız endüstrileşme ve sağlıksız kentleşme, nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, verimi artırmak amacıyla tarımda kimyasal maddelerin bilinçsizce kullanılmasıyla birlikte, gerekli çevresel önlemler alınmadan ve arıtma tesisleri kurulmadan yoğun üretime geçen sanayi tesisleri, çevre kirliliğini tehlikeli boyutlara çıkarmıştır. Yapılan araştırmalar dünyadaki mevcut çevre kirliliğinin 50' sinin, son 35 yılda meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Hızlı nüfus artışı, çevre sorunlarına önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Türkiye, OECD ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış oranına sahiptir. Birleşmiş Milletler'in yaptığı nüfus tahminlerine göre, Türkiye nüfusunun 2025 yılında 92 milyona yükselmesi beklenmektedir. Bu durum ülkemizin bugün olduğu kadar, gelecekte de çevre sorunları ile karşı karşıya kalacağının bir göstergesidir.

Çevre Sorunları Nelerden Kaynaklanmaktadır?
       Göçler ve düzensiz şehirleşme,
       Kişi başına kullanılan enerji, su, kağıt, kömür vb. artışı,
       Ormanların tahribi, yangınlar ve erozyon,
       Aşırı otlatma ve doğal bitki örtüsünün tahribi,
       Konutlardaki ve işyerlerindeki ısınmadan kaynaklanan (özellikle kalitesiz kömür kullanımı) hava kirliliği,
       Motorlu araçlar ve deniz araçları, Maden, kireç, taş ve kum ocakları,
       Gübre ve zirai mücadele ilaçları,
       Atmosferik olaylar ve doğal afetler
       Kanalizasyon sularının arıtılmaksızın alıcı ortamlara verilmesi ve sulamada kullanılması,
       Katı atıklar ve çöp,
       Sulak alanların ve göllerin kurutulması,
       Arazilerin yanlış kullanımı, Kaçak avlanma,
       Televizyon, bilgisayar, röntgen ve tıbbi cihazların yaygınlaşması ile meydana gelen radyasyon,
       Endüstriyel ve kentsel kaynaklı gürültü

Açlık ve Yoksulluk
Dünyada her yıl 11 milyon kişinin açlık veya yetersiz beslenme yüzünden öldüğü tahmin edilmektedir. 300 milyonu çocuk olmak üzere, 800 milyon açlığa maruz insanın 203 milyonu Güney Afrika'da, 519 milyonu Asya ve Pasifik'te, 53 milyonu Latin Amerika ve Karayipler'de, 33 milyonu ise Yakın Doğu ve Kuzey Afrika'da yaşamaktadır.
İnsanoğlunun tarih boyunca en büyük endişelerinden birini açlık sorunu oluşturmuştur. Dünyada açlık sorununun giderek derinleşmesinin ve bu konudaki endişelerin artmasının en önemli iki nedeni, küresel iklim değişikliğine bağlı olarak artan kuraklık ve bölgesel anlaşmazlıklardan doğan çatışmalardır. Dünyada açlıktan en çok etkilenen ülkelerin dörtte üçü savaşların tahrip ettiği ülkelerdir.

Sorunun Çözümüne Yönelik Öneriler
Açlık sorununun çözümü de, öteki tüm sorunlarda olduğu gibi, nedenlerin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Sorunun nedenleri arasında küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği ve kuraklık gibi, mücadele etmesi kolay olmayan, tek tek ülkelerin gücünü aşan, uluslararası kolektif çabalar gerektiren sorunlar olduğu kadar; kabile savaşları, iç çatışmalar, ülkeler arası savaşlar, kaynak israfı, silahlanma yarışı, içe kapanma ve korumacılık politikaları gibi nispeten daha kolay çözüm bulunabilir meseleler de bulunmaktadır.

Bulaşıcı Hastalıklar
Dünya Sağlık Örgütü, bulaşıcı hastalıkların tarihte görülmedik ölçüde hızlı yayıldıklarını bildirmektedir. Örgüt, "Daha Güvenli Bir Gelecek" adlı raporunda 1967'den bu yana hastalığa sebep olan 32 yeni mikrop ya da virüsün bulunduğunu belirtmektedir. HIV / AİDS, Ebola, Marburg, SARS, Kuş Gribi bunlardan bazılarıdır.
Dünya Sağlık Örgütü, ülkelerden, salgın hastalıkları gizlenmemesi, virüs örnekleriyle tedavi yöntemlerinin paylaşılmasını istediği raporda, dayanışma sağlanmaması halinde, büyük bir salgın hastalığın yıkıcı sonuçları olabileceği uyarısında da bulunmuştur.


Çernobil Nükleer Reaktör Kazası ve Türkiye Üzerindeki Etkileri
26 Nisan 1986 günü Ukrayna'nın Kiev kenti yakınlarındaki Çernobil Nükleer Güç Reaktörünün 4. ünitesinde meydana gelen nükleer kaza sonrasında atmosfere büyük miktarda radyasyonun salındığı, dünya tarafından ancak 30 Nisan 1986 günü öğrenildi. Kazadan kaynaklanan radyoaktif salınım, 28 Nisan tarihinde kuzey-batı yönünde esen rüzgârlarla İskandinavya'nın güney ve orta bölgelerine yönelmişti. 3 Mayıs Cumartesi günü bu radyasyonlu hava kütlesi Avrupa'nın büyük bir kısmı ile birlikte Bulgaristan ve Yunanistan üzerinden Trakya'yı etkisi altına aldı. İkinci bir salınımla Çernobil'den doğuya sürüklenen hava kütlesi kısa sürede Kırım Yarımadası'nın kuzeyinden Karadeniz üzerinden geçerek Türkiye'nin kuzeydoğu kıyılarına ulaştı.
Radyoaktif bulutun meydana getirdiği hareket atmosferik koşullardan ve hâkim rüzgâr yönlerinden kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle, şimdiye kadar meydana gelmiş en büyük nükleer reaktör kazasından büyük bir şans eseri Türkiye büyük bir etkilenme yaşamadı. Ancak, tüm dünyada ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar yaratan etkileri kazanın üzerinden geçen yıllara rağmen halen süregelmektedir.
Bulutun geçtiği sırada etkisi altındaki ülkelerde yağış olması durumu o ülkenin radyoaktif bulaşmaya maruz kalmasındaki en önemli nedeni teşkil etmektedir. Bu nedenle bu tarihlerde Türkiye Trakya ve Doğu Karadeniz bölgelerinde yağış alan yerlerde, özellikle Karadeniz Bölgesi'nin fındık, tütün ve çay üretimi yapılan bir kısım alanlarında yağış alması sebebiyle Çernobil reaktöründen kaynaklanan radyoaktivitenin etkisini ağırlıklı olarak hissetti. Radyoaktif bulutun geçiş döneminde Trakya'da etkilenen bölgelerde, meradaki hayvanların radyoaktif yağıştan etkilenmiş otları yemesini önlemek üzere ahırlarda tutularak bulaşmamış kuru ve suni yem ile beslenmesi; bulaşmış bir kısım sütün (Edirne ve yöresinde) toplatılarak beyaz peynir yapılması gibi bir dizi önlemle müdahale edildi. Türk insanının büyük bir kısmının vazgeçilmez alışkanlığı olan çay, kontrol edilerek sağlığa zararlı olmamakla beraber halkta paniğe ve farklı yorumlara yol açmaması için büyük bir ekonomik kayıp göze alınarak, 58.000 ton çayın imhası ile sonuçlanan bu denetim programı sonucunda radyoaktif bulaşmanın etkilerinin giderilmesi başarı ile sağlandı.
Doğu Karadeniz Bölgesi'nin diğer iki önemli ürünü olan fındık ve tütün ise Türkiye'nin bu iki tarım ürünü bakımından dünya toplam üretimine önemli katkı sağlaması sebebiyle hiçbir zorlukla karşılaşılmadan, tütün başta ABD olmak üzere, ithalatta değişik limitler uygulayan ülkelere ihraç edildi.
Diğer Avrupa ülkeleri arasında kazanın etkisi en az düzeyde hisssedilen Türkiye'de çay dahil akla gelebilecek tüm tarım ürünleri ile ithal edilen gıda maddeleri ve hayvan yemleri ile solunum ya da sindirim yolu ile Türk insanına ek risk getirecek tüm maddeler radyoaktif bulaşma yönünden titizlikle denetlendi. Meydana gelebilecek bir nükleer kazanın etkilerinin sınır tanımazlığı Çernobil kazası ile açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. 1000-1500 metre yükseklikteki hava hareketlerine göre aktive olan radyoaktif bulutun atmosfer hareketlerine bağlı olarak serbest dolaşımını engelleyebilecek herhangi bir mekanizma yoktur. Ancak alınacak bir dizi önlem ile radyasyon etkilerinin hafifletilebilmesi mümkündür. Bu ise bir nükleer kaza durumunda ortak mücadele verebilecek ilgili kuruluşların etkin koordinasyonu ile sağlanabilir. Böyle bir kaza durumunda halkın sağduyu ile davranarak mevcut durumun ciddiyetinin hafifletilebilmesi için işbirliğini desteklemeleri ve söylentilere ve dedikodulara önem vermemeleri beklenir. Çernobil Nükleer Kazası'nın ardından geçen 10 yıl dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'ye de benzeri tehlike durumlarına yönelik tavır almada çok şey öğretmiştir.

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ

Kuruluşu
1945 yılında ABD'nin San Francisco kentinde toplanan Birleşmiş Milletler Konferansı, bu dönemde bütün halkların sağlığının, dünyada barış ve güvenliğin sağlanması açısından temel önem arz ettiğini kabul ederek Çin ve Brezilya'lı delegelerin bir "Uluslararası Sağlık Örgütü" kurulması amacıyla toplantı düzenlenmesi oybirliğiyle kabul edilmiştir.
Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik ve Sosyal Konseyi, söz konusu toplantının hazırlanması için Belçikalı Prof.Dr. Rene Sard başkanlığında 15 kişilik bir teknik komite oluşturmuştur. Teknik komite kısa bir süre içinde toplantının gündemini saptamış, kurulacak uluslararası sağlık örgütü için Anayasa taslağını hazırlamış ve alınması gereken kararları belirlemiştir.
19-22 Temmuz 1946 tarihlerinde New York'a düzenlenen Uluslararası Sağlık Konferansı'nda BM üye 51 ülkenin temsilcisi ile Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Uluslararası Çalışma örgütü (ILO), Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür örgütü (UNESCO), OIHP (Merkezi Paris'te bulunan Uluslararası Halk Sağlığı Bürosu), PAHO, Kızılhaç, Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu ve Rockefeller Vakfı temsilcileri Dünya Sağlık Örgütü, DSÖ Anayasası'nın yürürlüğe girdiği 7 Nisan her yıl "Dünya Sağlık Günü" olarak kutlanmaya başlanmıştır.
DSÖ'ne, Mayıs 2000 itibariyle 191 ülke üyedir ve 2 ülke de ortak üye statüsündedir.

Görevleri
       Sağlık alanında uluslararası nitelik taşıyan çalışmalarda yönetici ve koordinatör makam sıfatıyla hareket etmek
       BM, ihtisas kuruluşları, sağlık idareleri, meslek grupları ve keza uygun görülecek diğer örgütlerle fiili bir işbirliği kurmak ve sürdürmek
       Hükümetlere, istek üzerine, sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi için yardım yapmak
       Uygun teknik yardım yapmak ve acil durumlarda, hükümetlerin istekleri ya da kabulleri ile gereken yardımı yapmak
       BM'in isteği üzerine, manda altındaki ülkeler halkı gibi özelliği olan topluluklara sağlık hizmetleri götürmek ve acil yardımlar yapmak ya da bunların sağlanmasına yardım etmek
       Epidemiyoloji ve istatistik hizmetleri de dâhil olmak üzere gerekli görülecek idari ve teknik hizmetleri kurmak ve sürdürmek
       Gerektiğinde diğer ihtisas kuruluşları ile işbirliği yaparak kazalardan doğan zararları önleyebilecek önlemlerin alınmasını teşvik etmek
       Gerektiğinde diğer ihtisas kuruluşları ile işbirliği yaparak, beslenme, mesken, eğlence, ekonomik ve çalışma koşullarının ve çevre sağlığı ile ilgili diğer bütün unsurların iyileştirilmesini kolaylaştırmak
       Uluslararası sağlık sorunlarına ilişkin sözleşmeler, antlaşmalar ve tüzükler teklif etmek, tavsiyelerde bulunmak ve bunlardan dolayı Örgüt'e düşebilecek ve amacına uygun görevleri yerine getirmek
       Ana ve çocuk sağlığı ve refahı lehindeki hareketleri geliştirmek, ana ve çocuğun tam bir değişme halinde bulunan bir çevre ile uyumlu halde yaşamaya olan kabiliyetlerini artırmak
       Ruh sağlığı alanında özellikle insanlar arasında uyumlu ilişkilerin kurulmasına ilişkin her türlü faaliyetleri kolaylaştırmak
       Sağlık alanında araştırmaları teşvik ve rehberlik etmek
       Sağlık, tıp ve yardımcı personelin öğretim ve yetiştirilme normlarının iyileştirilmesini kolaylaştırmak
       Gerekirse diğer ihtisas kuruluşları ile işbirliği yaparak kamu sağlığı, hastane hizmetleriyle sosyal güvenlik de dâhil koruyucu ve tedavi edici tıbbi bakıma ilişkin idari ve sosyal teknikleri incelemek ve tanıtmak

Kyoto Protokolü
Kyoto Protokolü, iklim değişikliğine ya da halk arasında bilinen adıyla küresel ısınmaya yol açan sera gazlarının atmosfere bırakılmasına kısıtlama getiren uluslararası sözleşmedir. Protokol, taraf olan ülkelerin, atmosfere bıraktıkları karbondioksit gibi sera gazlarını 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyelerinin yüzde 5,2'si oranında azaltılmasını öngörüyor. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan gazların salınımını azaltmaya söz vermişlerdir.

Küresel ısınmayı durdurmak için 1997 yılında ortaya çıkan ve 2008 yılında yükümlülükleriyle birlikte hayata geçen Kyoto Protokolü'ne Türkiye de 5 Şubat 2009'da dâhil oldu. Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne taraf olmasını sağlayan yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 5 Şubat 2009'da kabul edilmesiyle Türkiye protokole taraf olan 185. ülke oldu. Yasa, Türkiye'ye 2012 yılına kadar parasal, maddi bir yükümlülük getirmiyor.
Böylece, büyük ekonomiler içerisinde protokole taraf olmayan tek ülke ABD kaldı, ABD - protokole imza atmış olmasına rağmen Bush yönetiminin iktidara gelmesiyle taraf olmaktan vazgeçip daha sonraki süreçte gelişmeleri baltalayan bir tavır almıştı. Ancak ABD'nin, Barrack Obama iktidarında protokole katılmasa bile, ülkenin sera gazı salanımını azaltmak için hazırlık içerisinde olduğu ilgili çevrelerce dile getirilmektedir.
İnsanlık her geçen gün artarak devam eden küresel sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Küresel ısınma, terör, açlık ve çevre kirliliği bu sorunların başlıcalarıdır. Dünya ülkeleri bu sorunların çözümü için bazı faaliyetlerde bulunsalar da bunlar yeterli olmamaktadır.
Türkiye Kyoto Sözleşmesi'ni 5 Şubat 2009'da imzalamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder