11 Şubat 2024 Pazar

Derviş Gaziler

Anadolu’yu yurt yapan fetihçi dervişler

Bir toprağı sâhiplenmenin en mühim unsurlarından biri de nüfustur. Kayıların bu toprakları yurt edinmelerinde de kalıcı nüfus probleminin çözümünde de yerleşik dervişlerin sâbit tekke ve zâviyeler açmaları çok önemliydi. Anadolu’ya gelen asker ve savaş ruhlu erenler, bu toprakların yurt olmasını sağlamışlardır.

Bir toprağı yurt yapmak, kendi kültürünü yerleştirmek kolay bir hâdise değildir. Kayı’nın Anadolu’ya girip yurt tutup yerleşmesinde Türkistan geleneği olan erenler, sûfîler, zâviyeler, çok önemli bir rol oynamışlardır.
 
 
Çok köklü bir yapıya sâhip olan Osmanlı Devleti, varlığını sürdürebilmek için kuruluşundan yıkılışına kadar hep savaşmak zorunda kalmıştır. Bu durumu normal olarak görmek lâzımdır. İlk Çağ ve Orta Çağ, kavimlerin devamlı birbirleriyle savaştığı zamanlardır. Aslında çağımız da dâhil olmak üzere milletler savaşmaktan hiç vazgeçmemişlerdir. Özellikle eski çağlarda savaşmayan durağan kavimler silinip gitmişlerdir.
 
Yunan ve Makedonlar Orta Asya Türkistan’a kadar gitmişler; Makedonyalı Büyük İskender Hint ülkesini aşarak Türkistan topraklarına kadar gitmiştir. Sezar da Roma’yı tahkîm (kuvvetlendirmek) için Mısır’a kadar gitti. Batı Hunları Roma’yı zapt etti; Göktürkler doğu, batı, kuzey, güney uçlarına kadar genişlediler.
 
Hâsılı yaşamak ve yaşatmak ve büyümek isteyen kavimler sınırlarını genişletmek ve imkânlarını çoğaltmak için hep savaştılar. Yâni insan varsa savaş da hep var olacaktır.

Müslümanlar Medîne’de toprağa sağlam basabilmek için önce Mekke müşrikleriyle sonra da diğer müşrik Arap kabîleleri ile, Yahûdî ve Bizans’la hep savaşmak zorunda kaldılar. Sonra da İslâm’ı teblîğ etmek ve cihâd için kıta’aları aştılar.
 
Soy atalarımız Orta Asya’dan Anadolu’ya gelinceye kadar savaşarak çeşitli devletler kurdular, devletler yıkıp taçlar giydirdiler. Bunların hepsi kavimlere toprak ve prestij kazandırıyordu.
 
MOĞOL BELÂSI
 
Şimdi savaşı devamlı ilke edinip dünyâya hükmetmeye çalışan Cengiz’in misyonu neydi, düzen vermek miydi, barış sağlamak mıydı? Tabîî ki bunların hiçbirisi değildi. Hırs, kin, zulüm, yakıp yıkma, medeniyet ve insanlık düşmanlığı… Akla gelenler bunlar.  Moğol zulmü öyle bir belâ idi ki geçtiği yerlerden hayat izlerini siliyorlardı. Nâmık Kemal şöyle diyor: “Moğol, Harezm ülkesini zapt ettiği zaman her Tatar’ın (Moğol) idâm ettiği adam yirmi dörde bâliğ olmuştu. Merâga’da bir Tatar karısı bir saray halkını ale’l-umûm (hepsini) katletmiş ve hiçbirinden mukâvemet değil, tahlîs-i cân (can kurtarmak) için bir hareket-i mezbûhâne (direnme karşı) bile görmemişti. Tatarlar uğradıkları yerlerde mesâcid-i İslâm’a (mescitlere) bârgîr (beygir) bağlar, mekaabir-i şühedâda (şehit kabirlerinde) işret meclisi (içki meclisi) kurar(lardı). (Nâmık Kemâl, Evrâk-ı Perîşân, Terceme-i Hâl-i Emir Nevrûz, Kostantîniyye, 1302, (1886) Matbaa-i Ebuzziyâ, s. 8)

Şimdi Cengiz’inki de savaş, Harezm’in, Selçuklunun Osmanlının yaptığı da savaş. Türkler İslâmiyet’ten evvel de Cengiz’in yaptıklarını hiç yapmadı. İslâmiyet’ten sonraki savaşları ise zâten İslâm’ın yayılmasını gâye edindiği için adâlet en çok gözettikleri prensip olmuştu. Kısacası Türkler târihin hiçbir döneminde zulüm yapmadılar. Zevk için insan öldürmediler.

ANADOLU’YA GİRİŞ
 
Türklerin Anadolu’ya girişi Alparslan ile başlamış, bu mücâdelenin başaktörü olan Bizans, Osmanlının en büyük sıkıntısı olmuştur. Zâten Anadolu, Bizans (Rum) demekti. Onun için Anadolu’ya Diyâr-ı Rûm denmiştir. Türkler Anadolu’ya girmeden önce Fâtımîlerle, Anadolu’ya girince de Bizans ve Moğol’la savaşmak zorunda kaldılar. Halep’te başlayan toprak edinme mâcerâsı Pasinler’e kadar uzanmış ama geldikleri Orta Asya topraklarına dönmek istemeyen Kayı Anadolu’da bir sâbit mekân tutmak istemiştir. Asya’da olduğu gibi Moğol belâsı burada da başlarında idi. Orta Asya Türk illerinden Îran’a, Bağdat’a kadar yayılan bu belâ Anadolu’yu ve Selçukluyu da hükmü altına almıştı. Konya’ya bağlı olmasına rağmen önce bağımsız bir topluluk gibi yaşayan Kayı, civâr obaların da desteğini alarak Bilecik’e, Söğüt’e kadar dayanmıştı. Civâr obalar da Orta Asya’dan gelen Türk boyları idi. Obalar giderek büyüyor ve merkezî yerlerde ticâretin önemi idrâk edildiği için pazarlar açılıyordu. Şunu da belirtmekte fayda var: Bizans bu pazarların ve ticâret yollarının hemen tamâmına sâhip olduğu için zengin ve müreffehti. Muhtelif noktalardaki tekfurlar bağımsız devletler gibi kuvvetli, fakat hepsi de Bizans’a bağlı idiler. Tekfurlar sağlam kalelerde yaşıyorlardı. Gerçi Osmanlı Anadolu’ya gelmeden bu muhkem kalelere pek de ihtiyaçları yoktu; Anadolu’nun kesin hâkimi idiler.

Alparslan’ın Romen Diyojen’i büyük bir fidye karşılığı serbest bırakıp yüklü bir servete ulaşan Büyük Selçuklu ve sonrasında, Anadolu Selçukluları bu i’tibar ve zenginliklerini koruyamadılar. Bir yandan Bizans bir yandan da Moğol Anadolu ve Îran’daki Türk nüfûzunu kırmıştı.
 
Ticâret, ayakta kalabilmek için savaş kadar gerekli idi. Tâ İpekyolu’na uzanan ticâretin önemini Kayı çabuk kavradı. Çobanlık, gezicilik ve yörüklük isterken, ticâret sâbit ve kalıcı mekân istiyordu. Ne var ki tutulmuş ticâret pazarları kuvvetli tekfurlukların elinde idi. Kulacahisar, Atranos, Yarhisar, Söğüt, Bilecik, Lefke, Domaniç ve Eskişehir kaleleri hep Bizans’ın elinde idi. Yâni fetih olmadan ne ticâret ne de yerleşik hayât mümkündü.

Pazar rekâbeti de Kayı ile Bizans’ı rakip yapıyordu. Barbar Moğol’un, ticâretle, ilimle, estetikle hiçbir yakınlığı yoktu. Civâr obalara yağma yaparak mal devşiriyorlardı. Moğollar zâten niçin savaştıklarını niçin toprak aldıklarını da bilmiyorlardı. Trans hâlinde kan dökmek ve yayılmak tek hedefleri idi. Hiçbir ortak noktaları olmamalarına rağmen Bizans ile bu çapulcu Moğol sürüleri Kayı’ya karşı ittifak kuruyorlardı. Bu arada Kayı kendi soy beylikleri arasında bile tam bir birlik kuramıyordu. Kayı, hiçbir otoritesi kalmamasına rağmen hâlâ Konya’ya bağlılığını sürdürüyordu.
 
Münferit beyliklerden en kuvvetlisi olması hasebiyle Germiyanoğulları bağımsızlığını îlân edip Yâkup Bey de sultânlığını kurduğunu açıklıyordu. Bu durumda ayakta kalabilmek için ya Kayı gibi Moğol’la ve Bizans’la savaşmak ya da onlarla gizli anlaşma yaparak savaşmamak durumunda idi. Bu durumda da Kayı’nın karşısında olmaları gerekiyordu.
 
YURT TUTAN DERVİŞLER
 
Bir toprağı yurt yapmak, kendi kültürünü yerleştirmek kolay bir hâdise değildir. Kayı’nın Anadolu’ya girip yurt tutup yerleşmesinde Türkistan geleneği olan erenler, sûfîler, zâviyeler, çok önemli bir rol oynamışlardır.

Bir toprağı sâhiplenmenin en mühim unsurlarından biri de nüfustur. Kayıların bu toprakları yurt edinmelerinde de kalıcı nüfus probleminin çözümünde de yerleşik dervişlerin sâbit tekke ve zâviyeler açmaları çok önemliydi. Anadolu’ya gelen asker ve savaş ruhlu erenler, bu toprakların yurt olmasını sağlamışlardır. Bu grupları şöyle sıralamak mümkündür: 1- Horasan Erleri, Ahmed Yesevî bağlıları, Yesevîler. 2- Osmanlı’nın temel kurucuları, dervişler, abdallar. 3- Anadolu yiğitleri (Ahîler).
 
Kayı kâfire karşı cihâd ederken bunu duyan savaşçılar her yerden gelip Kayı’ya katılıyorlardı. Bunların içinde âlimler, din adamları ile çulsuzlar ve sâdece mal mülk kazanmak için gelenler de vardı.
 
DEVLETE DOĞRU
 
Süleymân Şâh ve oğlu Ertuğrul Gâzî’nin cihâd rûhu genç Osman’a da ilhâm veriyordu. Bu arada henüz Anadolu ve Sûriye Anadolu Türkleri resmî hükümdârı olan Selçuklu Sultânı III. Alâeddîn, Osman Bey’e kendi kılıç hakkı ve fethi olan Karahisâr’ı ve diğer bütün Türk beyleri ile aynı seviyeye getiren emîrlik ünvânını verdi.
 
 
Osman Bey her cum’a, pazar meydanında kâdılık yapıyor ve sâdece tarafsız kalmıyor, siyâsî bakımdan Hristiyanlara müsâmahakâr da davranıyordu. Osman Bey’in himâyesinde aradıkları adâleti ve ilgiyi bulan Hristiyanlar, Rum halkını ve ticâretini Karahisâr’a çağırıyorlardı. (De Lamartine, Aşîretten Devlete, Türkiye Târihi I. cild, Tercüman 1001 Temel Eserleri Yayınları s. 63, İstanbul)
 

Prof. Dr. Osman Kemal Kayra

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder