Divân-ı Hümâyun devlete ait siyasî idarî malî ve askerî işlerin görüşüldüğü incelenerek karara bağlandığı devletin en yüksek mercidir.
Üyeler : Rumeli Beylerbeyi, Kaptan-ı Derya, Yeniçeri Ağası. (Üyedirler ama her zaman katılmazlar)
Üye olmayan : Şeyhülislam (İhtiyaç olursa çağırılır üye değildir).
Divan-ı Hümayun Üyeleri
Vezir-i âzam padişah fermanıyla atanır ve hükümdarın mutlak vekilidir. İcabında padişah adına Divân-ı Hümâyuna başkanlık ederdi.. O gelmeden divan toplantısı yapılamazdı. Herhangi bir sebeple divan toplantısına katılamayacaksa veya serdar-ı ekrem olarak ordunun başında bulunuyorsa vekili olan "sadaret kaymakamı" Divân-ı Hümâyun toplantısına başkanlık ederdi.Pâdişahın elips şeklindeki altın bir mührü vezir-i âzamlığın alameti olarak yanlarında bulunurdu. Vezir devlet işlerinde bütün salahiyet ve mesûliyetlere sahip olduğu gibi bütün azil ve tayin işleri de onun isteği ve yetkisi ile olurdu. Bu dönemlerde hükümdarlarca hiç bir taleplerinin reddedilmemesi âdet haline gelmişti.
Kanunnâme metinleri incelendiğinde vezir-i âzamlar padişahın vekili olarak büyük ve geniş yetkilere sahip olan kimselerdi. Herkes onun emirlerine itaat etmekle yükümlü görünmektedir. Çünkü o padişahı temsil etmekteydi. Vezir-i âzam (Kanunî döneminden itibaren) sadrazamlar padişahın yüzük şeklindeki tuğralı altın mührünü taşırlardı. Vezir-i âzamların diğer vezirlerden farkları "mühr-i hümâyun" denilen bu mühür ile olup hükümdarlık salâhiyetinin icrasına ve padişahın kendisini vekil ettiğine dâir bir delil olduğu için onlar bu mührü örülmüş bir kese içinde koyunlarında taşırlardı. Vezir-i âzamın görevden alınması veya ölümü halinde "mühr-i hümâyun" ikinci veya üçüncü vezire verilirdi. Mühr-i hümâyun ya divana gönderilmek veya vezir-i âzam olacak kimsenin huzura kabul edilmesi sûretiyle verilirdi.
Osmanlı Devleti'nde XVIII. asrın ilk yarılarına kadar yalnız devlet merkezinde bulunup divân-ı hümâyuna katılmakla görevli (bugünkü devlet bakanları konumunda) "kubbealtı veziri" veya "kubbenişîn" denilen vezirler vardı. Bunların sayıları(en fazla 7) pek fazla değildi. Kubbealtı vezirleri divanda kıdem sırasına göre otururlardı.
Fâtih Sultan Mehmet'ten itibaren hükümdarlar Divân-ı Hümâyun toplantılarına katılmayı terk edip divan başkanlığını sadrazama bıraktıktan ve XVI. asrın ikinci yarısında bu toplantılar haftada dört güne düşürüldükten sonra hükümdarlar kafesli bir pencerenin ardından divanı izler; arz odasında sadrazamın verdiği bilgi ve açıklamaları dinleyerek görüşmelerden haberdar olurdu.
Kadıaskerlik Osmanlı ilmiye teşkilâtı içinde önemli bir mevki idi. Kadıasker terkibindeki "asker" kelimesi müessesenin özelliği açısından önem taşır. Zira Şeyhülislâmlıktan takriben bir asır kadar önce (80 sene) kurulmuş olan müessesenin kuruluşunda devletin asker ve onların ihtiyaçlarını karşılamada titizlikle hareket ettiğini göstermektedir. Bununla beraber Divân-ı Hümâyun âzâsı olan kadıaskerin vazifeleri sadece askerî saha ile sınırlı değildi. Kadıaskerler aynı zamanda bütün sivil ve adlî işlere de bakıyorlardı. Onlar belli seviyedeki bazı kadı ve nâiblerin tayinlerini de yapıyorlardı. Divan toplantılarında vezir-i âzamın sağında vezirler solunda da kadıaskerler yer alırdı.
Fâtih Sultan Mehmet’in son senelerine kadar yalnız bir kadıaskerlik vardı. Hududların genişlemesi ve işlerin çoğalması yüzünden 1481 yılında biri Rumeli diğeri Anadolu olmak üzere ikiye ayrıldı ve Osmanlı saltanatının sonuna kadar devam etti.
Protokole göre daha üstün addedilen Rumeli kadıaskerleri ile daha aşağı bir mevkide bulunan Anadolu kadıaskerinin vazifeleri kanunnâmelerle belirlenmişti. Buna göre Anadolu'da bulunan müderris ve kadıların tayini Anadolu kadıaskerinin Rumeli'de bulunan müderris ve kadıların tayini de Rumeli kadıaskeri tarafından yapılmaktaydı. Görüldüğü gibi müessesenin görevleri eğitim ve yargı teşkilatının idaresi ordu ve askerî zümrenin gerek barış gerekse savaş sırasında hukûkî ihtilaflarının (ayrılık) giderilmesi ve davalarının görülmesi şeklinde iki ana grupta toplanabilir.
Divân'daki davaları dinleyen kadıaskerler Salı ve Çarşamba hariç olmak üzere her gün kendi konaklarında divân kurup kendilerini ilgilendiren şer'î ve hukukî işlere bakarlardı. Kadıaskerlerden her birinin tezkireci, rûznamçeci, matlabçi, tatbikçi, mektupçu ve kethüda olmak üzere yardımcıları bulunurdu. Ayrıca her birinin davalı ve davacıyı divâna getiren yirmişer yardımcısı bulunmaktaydı.
Padişah sefere çıktığı zaman kadıaskerler de onunla birlikte giderlerdi. Padişah sefere gitmediği takdirde onlar da gitmezlerdi. Bu durumda şer'î muameleleri görmek üzere onların yerine "ordu kadısı" tayin edilip gönderilirdi. Aynı şekilde padişahlar Edirne'ye gittikleri zaman onlar da padişahla birlikte gider ve akdedilen divân oturumlarına iştirak ederlerdi.
Bu müessese Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiş Osmanlı hükümeti ile birlikte o da tarihe mâl olmuştur.
Fâtih Sultan Mehmet tarafından ilan ettirilmiş olan Kanunnâme-i Âl-i Osman ile diğer kanunnâmelere göre defterdâr padişah malının (Devlet hazinesi) vekili olarak gösterilmektedir. Dış hazine ile maliye kayıtlarını ihtiva eden devlet hazinesinin açılıp kapanması defterdârın huzurunda olurdu. Başka bir ifade ile hazinenin açılmasında hazır bulunmak defterdârın vazifeleri arasında bulunuyordu. Divân’ın aslî üyelerinden olan defterdâr sadece salı günkü divan sonunda arza girer ve kendi dairesi ile ilgili bilgiler verirdi. Bununla beraber padişahın huzurunda okuyacağı telhîs(özet) hakkında daha önce vezir-i âzamla görüşür ve onun görüşünü ve onayını alırdı. Bayram tebriklerinde padişah vezirlere olduğu gibi defterdarlara da ayağa kalkardı.
Genel olarak devlet gelirlerini çoğaltmak gerekli yerlere harcamak ve fazla olanı da muhafaza altında bulundurmak vazifesi ile yükümlü bulunan defterdâr Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında bu görevleri yerine getiriyordu. Devletin kuruluş yıllarında bir defterdâr varken daha sonra yeni yeni yerlerin fethedilmesi ve ihtiyaçların çoğalması sebebiyle sayıları artırıldı. Bunlar II. Bayezid dönemine kadar Rumeli'de hazineye ait işlere bakan Rumeli defterdârı veya baş defterdâr ile Anadolu'nun malî işlerine bakan Anadolu defterdârı olmak üzere iki kişi idi. Sefer esnasında baş defterdâr(Rumeli Defterdârı) ordu ile gittiği zaman Anadolu defterdârı onun yerine vekâleten bakardı.
Defterdârlar kendilerini ilgilendiren malî işlerdeki şikâyetleri Defterdâr Kapısı’nda kurulan divanda dinler ve gerek görülürse "tuğralı ahkâm" verirlerdi. Zaten kanunnâmeye göre kendilerine bu salahiyet verilmiştir. Her defterdâr kendi dairesinden çıkan evrakın arkasını imzalardı. On yedinci asrın ortalarından itibaren bütün maliye hükümlerinin (tuğralı ahkâm) arkalarına kuyruklu imza koyma hakkı baş defterdâra verildi. Bundan başka baş defterdâr divan kararı ile malî tayinlere ait kuyruklu imzası ile "buyruldu" yazmakla birlikte bunun üst kenarı sadrazamın buyruldusuyla tasdik olunurdu. Defterdâr sadrazama müstakil olarak yazdığı veya havale edilmiş bir muameleli kağıt üzerine cevap verdiği zaman kuyruklu imza koymaz topluca bir imza koyardı.
Baş defterdâr rütbe ve itibarda "nişancı" gibidir.Padişahın malının vekili odur. Vezir-i âzam ise onun denetleyicisidir.Maliyeye ait davaları dinler. Maliye tarafından hüküm verirdi. Kanunnâmede belirtildiği üzere devlet gelir ve giderleri ile ilgilenen defterdârların vazifeleri sadece devlet hazinesini zenginleştirmek değildir. Onlar devlet hazinesine haram malın girmesine engel olmak zorunda oldukları gibi yetim malı dahi sokmayacaklardır.
İcraat ve tahsilatta defterdârın icra memuru olarak emri altında farklı vazifeleri bulunan beş görevli bulunurdu. Bunlardan ilki başbakıkulu denilen devlet gelirlerinin birinci tahsil memurudur. Defterdârlıkta bunun bir dairesi olup emri altında bakıkulu ismiyle altmış kadar mübaşir vardır. Bunlar hazineye borcu olup vermeyenleri hapis ve sıkıştırma ile tahsilat yaparlardı. Bu yüzden maliyeye borcu olanlar başbakıkulu hapishanesinde tutuklanırlardı.
İkinci icra memuru cizye başbakıkuludur. Bu da cizye sebebiyle hazineye borcu olanları takip eder. İltizama verilen cizyelerin mültezimlerinden henüz borcunu ödememiş veya yatırmamış olanları takip ederdi. Defterdârın üçüncü icra memuru tahsilat ve ödemelere ilgilenen veznedar başıdır. Bunun da maiyetinde dört veznedar vardı. Baş defterdârın icra memurlarından dördüncüsü sergi nâzırı beşincisi de sergi halifesi olup her ikisi de hazine ile ilgili işlerin defterini tutuyorlardı.
Defterdâr tabiri 1838 senesinde ilân edilen Hatt-ı Hümâyun gereğince terk edilerek yerine "Mâliye Nezâreti" tabiri kullanılmıştır.
Osmanlı devlet teşkilâtında XVIII. yy. başlarına kadar önemli bir makam olan nişancılık daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardı.
Bunun için Osmanlı Devleti'nin merkez teşkilâtı içinde önemli bir yeri bulunan divanın azalarından biri de "Nişancı" adını taşıyan görevli idi. Divan-ı Hümayun çalışmalarının hazırlanması ve yürütülmesi ile ilgili çok önemli bir görevi yerine getiren nişancı bizzat padişah tarafından atanırdı. Önemli hizmeti bulunmasına rağmen nişancılığın Osmanlılar'da hangi tarihlerde kurulduğu kesin olarak tespit edilebilmiş değildir. Bununla beraber bazı araştırıcılar bu kuruluşu Osmanlı Devleti'nin ikinci hükümdarı olan Orhan Gazi dönemine kadar çıkarırlar. Çünkü bu döneme ait fermanlarda tuğra bulunmaktadır. Kısaca nişancılığın Fâtih'ten önce mevcut olduğu fakat Fatih zamanında tam anlamıyla geliştiği bilinmektedir.
Divan-ı Hümâyunda vezir-i âzamın sağında ve vezirlerin alt tarafında oturan nişancı önemli bir hizmeti yerine getiriyordu. Nişancılar görevleri icabı bazı özellikleri taşıyan kimseler arasından seçiliyorlardı. Nişancı olacak kimselerin inşa(güzel yazı yazma) konusunda maharetli olmaları gerekirdi. Görevleri icabı olarak inşa konusunda maharetli olmaları devlet kanunlarını iyi bilerek yeni kanunlar ile eskiler arasında bağ kurup onları telif etme kabiliyetine sahip bulunmaları gereken nişancıların ilmiye sınıfına dahil ve sahn-ı semân(üniversite) müderrisleri(hocaları)nden seçilmesi kanundu.
Nişancılar XVI. asrın başlarından itibaren Divân-ı Hümâyunun kalem heyeti arasında bu vazifeyi yerine getirebilecek olan reisü'l-küttâblardan seçilmeye başlanmıştır. Fâtih döneminde müesseseleşerek kurulduğunu gördüğümüz nişancılık Osmanlı Divân-ı Hümâyunun dört temel rüknünden (gereğinden) birini oluşturuyordu. Fâtih kanunnâmesinde de belirtildiği gibi bu dönemde vezirlik kadıaskerlik ve defterdarlıktan sonra en önemli vazife nişancılıktı.
Nişancı Divân-ı Hümâyun üyesi olmasına rağmen vezir rütbesine sahip ve hâiz değilse kanun gereği arz günlerinde padişahın huzuruna kabul edilmezdi. Sadece nişancılığa tayin edildiği zaman bir defa padişahın huzuruna girip tayinlerinden dolayı teşekkür ederdi.
Nişancılık XVI. asrin sonlarından itibaren yavaş yavaş önemini kaybetmeye başladı. XVII. asrın ortalarında nişancılık adeta kuru bir ünvan haline geldi. XIX. yüzyılın başlarına kadar ismen de olsa varlıklarını devam ettiren nişancılar eski önemlerini tamamen kaybettiler. Bu sebeple nişancılık 1836 yılında tamamen kaldırılarak vazifeleri "Defter eminine" verilmiştir. Bu tarihten sonra önemli işlere dair fermanların üzerlerine Bâbıâlî diğerlerine de defter eminleri tarafından tayin edilen ve tuğranüvis denilen memurlar tarafından tuğra çekilirdi. 1838'de tuğra-nüvislik görevi de kaldırılıp Bâbıâlî ile defter eminliği tuğracılığı birleştirildi. Böylece bu hizmetin Bâbıâlî’de görülmesi kararlaştırıldı.
Divân-ı Hümâyunda yukarıdaki asil üyelerin dışında şunlar da zaman zaman divan üyeliği yapmışlar divan toplantılarına katılmışlardır:
Rumeli Beylerbeyi daha kıdemlidir. Rütbeleri yükselince kubbealtı vezirliğine atanıyorlar ve Divan-ı Hümayun'un üyesi oluyorlardı. 1536 tarihinden itibaren vezirlik rütbesi olan Rumeli Beylerbeyi Divan-ı Hümayun üyesi olarak merkezde bulunduğu zamanlarda divan toplantılarına katılmıştır. Bu tarihten önce Rumeli Beylerbeyi Divan-ı Hümayun üyesi değildi.
Divan-ı Hümayun Üyeleri:
Asil Üyeler : Padişah, Sadrazam, Kadıasker (Kazasker), Defterdar, Nişancı.Üyeler : Rumeli Beylerbeyi, Kaptan-ı Derya, Yeniçeri Ağası. (Üyedirler ama her zaman katılmazlar)
Üye olmayan : Şeyhülislam (İhtiyaç olursa çağırılır üye değildir).
Divan-ı Hümayun Üyeleri
Vezir-i Âzam ve Vezirler (Kubbealtı Vezirleri)
Osmanlıların ilk dönemlerinde divanda sadece bir vezir bulunuyordu. O da ilmiye sınıfına mensuptu. Daha sonra vezir sayısı artınca birinci vezire "Vezir-i Âzam" denildi. Vezir-i âzam padişahtan sonra devletin en büyük reisi ve hükümdarın mutlak vekili olduğundan sözü ve yazısı padişahın iradesi ve fermanı demekti. Ayrıca bütün işlerde birinci merci vezir-i âzamdı.Vezir-i âzam padişah fermanıyla atanır ve hükümdarın mutlak vekilidir. İcabında padişah adına Divân-ı Hümâyuna başkanlık ederdi.. O gelmeden divan toplantısı yapılamazdı. Herhangi bir sebeple divan toplantısına katılamayacaksa veya serdar-ı ekrem olarak ordunun başında bulunuyorsa vekili olan "sadaret kaymakamı" Divân-ı Hümâyun toplantısına başkanlık ederdi.Pâdişahın elips şeklindeki altın bir mührü vezir-i âzamlığın alameti olarak yanlarında bulunurdu. Vezir devlet işlerinde bütün salahiyet ve mesûliyetlere sahip olduğu gibi bütün azil ve tayin işleri de onun isteği ve yetkisi ile olurdu. Bu dönemlerde hükümdarlarca hiç bir taleplerinin reddedilmemesi âdet haline gelmişti.
Kanunnâme metinleri incelendiğinde vezir-i âzamlar padişahın vekili olarak büyük ve geniş yetkilere sahip olan kimselerdi. Herkes onun emirlerine itaat etmekle yükümlü görünmektedir. Çünkü o padişahı temsil etmekteydi. Vezir-i âzam (Kanunî döneminden itibaren) sadrazamlar padişahın yüzük şeklindeki tuğralı altın mührünü taşırlardı. Vezir-i âzamların diğer vezirlerden farkları "mühr-i hümâyun" denilen bu mühür ile olup hükümdarlık salâhiyetinin icrasına ve padişahın kendisini vekil ettiğine dâir bir delil olduğu için onlar bu mührü örülmüş bir kese içinde koyunlarında taşırlardı. Vezir-i âzamın görevden alınması veya ölümü halinde "mühr-i hümâyun" ikinci veya üçüncü vezire verilirdi. Mühr-i hümâyun ya divana gönderilmek veya vezir-i âzam olacak kimsenin huzura kabul edilmesi sûretiyle verilirdi.
Osmanlı Devleti'nde XVIII. asrın ilk yarılarına kadar yalnız devlet merkezinde bulunup divân-ı hümâyuna katılmakla görevli (bugünkü devlet bakanları konumunda) "kubbealtı veziri" veya "kubbenişîn" denilen vezirler vardı. Bunların sayıları(en fazla 7) pek fazla değildi. Kubbealtı vezirleri divanda kıdem sırasına göre otururlardı.
Fâtih Sultan Mehmet'ten itibaren hükümdarlar Divân-ı Hümâyun toplantılarına katılmayı terk edip divan başkanlığını sadrazama bıraktıktan ve XVI. asrın ikinci yarısında bu toplantılar haftada dört güne düşürüldükten sonra hükümdarlar kafesli bir pencerenin ardından divanı izler; arz odasında sadrazamın verdiği bilgi ve açıklamaları dinleyerek görüşmelerden haberdar olurdu.
Kadıasker (Kazasker)
Osmanlı Devleti'nde askerî ve hukukî işlerden sorumlu olan (bugünkü adalet bağanlığı gibi) kadıaskerlik teşkilâtı gerek kelime gerekse meslek olarak uzun bir geçmişe sahiptir. Hz. Ömer tarafından ordugâh şehirlerine tayin edilen kadılar sivil olmaktan ziyade askerî bir hüviyet taşıyorlardı. Bu sebeple kadıaskerliğin Hz. Ömer tarafından kurulduğu belirtilmektedir. Abbasîlerde de görülen bu mansıb (makam rütbe) Harzemşahlarda Anadolu Selçukluları’ nda Eyyûbîler'de Memlûklülerde ve hatta Karamanlılarda da vardı.Kadıaskerlik Osmanlı ilmiye teşkilâtı içinde önemli bir mevki idi. Kadıasker terkibindeki "asker" kelimesi müessesenin özelliği açısından önem taşır. Zira Şeyhülislâmlıktan takriben bir asır kadar önce (80 sene) kurulmuş olan müessesenin kuruluşunda devletin asker ve onların ihtiyaçlarını karşılamada titizlikle hareket ettiğini göstermektedir. Bununla beraber Divân-ı Hümâyun âzâsı olan kadıaskerin vazifeleri sadece askerî saha ile sınırlı değildi. Kadıaskerler aynı zamanda bütün sivil ve adlî işlere de bakıyorlardı. Onlar belli seviyedeki bazı kadı ve nâiblerin tayinlerini de yapıyorlardı. Divan toplantılarında vezir-i âzamın sağında vezirler solunda da kadıaskerler yer alırdı.
Fâtih Sultan Mehmet’in son senelerine kadar yalnız bir kadıaskerlik vardı. Hududların genişlemesi ve işlerin çoğalması yüzünden 1481 yılında biri Rumeli diğeri Anadolu olmak üzere ikiye ayrıldı ve Osmanlı saltanatının sonuna kadar devam etti.
Protokole göre daha üstün addedilen Rumeli kadıaskerleri ile daha aşağı bir mevkide bulunan Anadolu kadıaskerinin vazifeleri kanunnâmelerle belirlenmişti. Buna göre Anadolu'da bulunan müderris ve kadıların tayini Anadolu kadıaskerinin Rumeli'de bulunan müderris ve kadıların tayini de Rumeli kadıaskeri tarafından yapılmaktaydı. Görüldüğü gibi müessesenin görevleri eğitim ve yargı teşkilatının idaresi ordu ve askerî zümrenin gerek barış gerekse savaş sırasında hukûkî ihtilaflarının (ayrılık) giderilmesi ve davalarının görülmesi şeklinde iki ana grupta toplanabilir.
Divân'daki davaları dinleyen kadıaskerler Salı ve Çarşamba hariç olmak üzere her gün kendi konaklarında divân kurup kendilerini ilgilendiren şer'î ve hukukî işlere bakarlardı. Kadıaskerlerden her birinin tezkireci, rûznamçeci, matlabçi, tatbikçi, mektupçu ve kethüda olmak üzere yardımcıları bulunurdu. Ayrıca her birinin davalı ve davacıyı divâna getiren yirmişer yardımcısı bulunmaktaydı.
Padişah sefere çıktığı zaman kadıaskerler de onunla birlikte giderlerdi. Padişah sefere gitmediği takdirde onlar da gitmezlerdi. Bu durumda şer'î muameleleri görmek üzere onların yerine "ordu kadısı" tayin edilip gönderilirdi. Aynı şekilde padişahlar Edirne'ye gittikleri zaman onlar da padişahla birlikte gider ve akdedilen divân oturumlarına iştirak ederlerdi.
Bu müessese Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiş Osmanlı hükümeti ile birlikte o da tarihe mâl olmuştur.
Defterdar
Defter ile dâr kelimelerinin birleşmesiyle oluşan "defterdâr", "defter tutan" demektir. Doğudaki Müslüman devletlerin "müstevfi" dedikleri görevliye Osmanlılar defterdâr diyorlardı.Defterdâr Divan-ı Hümayun'un aslî üyelerinden birisiydi ve Osmanlı Devleti'nin malî işleriyle ilgilenirdi. Defterdârlık bir bakıma günümüzdeki Maliye bakanlığı mânâsını gelir. Osmanlılar XIV. asrın son yarısında ve Sultan I. Murat zamanında maliye teşkilâtının temelini atıp onu tedricen(aşama aşama) geliştirmişlerdir. Buna bakarak Osmanlıların daha kuruluş yıllarından itibaren maliye işleri üzerinde önemle durdukları söylenebilir.Fâtih Sultan Mehmet tarafından ilan ettirilmiş olan Kanunnâme-i Âl-i Osman ile diğer kanunnâmelere göre defterdâr padişah malının (Devlet hazinesi) vekili olarak gösterilmektedir. Dış hazine ile maliye kayıtlarını ihtiva eden devlet hazinesinin açılıp kapanması defterdârın huzurunda olurdu. Başka bir ifade ile hazinenin açılmasında hazır bulunmak defterdârın vazifeleri arasında bulunuyordu. Divân’ın aslî üyelerinden olan defterdâr sadece salı günkü divan sonunda arza girer ve kendi dairesi ile ilgili bilgiler verirdi. Bununla beraber padişahın huzurunda okuyacağı telhîs(özet) hakkında daha önce vezir-i âzamla görüşür ve onun görüşünü ve onayını alırdı. Bayram tebriklerinde padişah vezirlere olduğu gibi defterdarlara da ayağa kalkardı.
Genel olarak devlet gelirlerini çoğaltmak gerekli yerlere harcamak ve fazla olanı da muhafaza altında bulundurmak vazifesi ile yükümlü bulunan defterdâr Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında bu görevleri yerine getiriyordu. Devletin kuruluş yıllarında bir defterdâr varken daha sonra yeni yeni yerlerin fethedilmesi ve ihtiyaçların çoğalması sebebiyle sayıları artırıldı. Bunlar II. Bayezid dönemine kadar Rumeli'de hazineye ait işlere bakan Rumeli defterdârı veya baş defterdâr ile Anadolu'nun malî işlerine bakan Anadolu defterdârı olmak üzere iki kişi idi. Sefer esnasında baş defterdâr(Rumeli Defterdârı) ordu ile gittiği zaman Anadolu defterdârı onun yerine vekâleten bakardı.
Defterdârlar kendilerini ilgilendiren malî işlerdeki şikâyetleri Defterdâr Kapısı’nda kurulan divanda dinler ve gerek görülürse "tuğralı ahkâm" verirlerdi. Zaten kanunnâmeye göre kendilerine bu salahiyet verilmiştir. Her defterdâr kendi dairesinden çıkan evrakın arkasını imzalardı. On yedinci asrın ortalarından itibaren bütün maliye hükümlerinin (tuğralı ahkâm) arkalarına kuyruklu imza koyma hakkı baş defterdâra verildi. Bundan başka baş defterdâr divan kararı ile malî tayinlere ait kuyruklu imzası ile "buyruldu" yazmakla birlikte bunun üst kenarı sadrazamın buyruldusuyla tasdik olunurdu. Defterdâr sadrazama müstakil olarak yazdığı veya havale edilmiş bir muameleli kağıt üzerine cevap verdiği zaman kuyruklu imza koymaz topluca bir imza koyardı.
Baş defterdâr rütbe ve itibarda "nişancı" gibidir.Padişahın malının vekili odur. Vezir-i âzam ise onun denetleyicisidir.Maliyeye ait davaları dinler. Maliye tarafından hüküm verirdi. Kanunnâmede belirtildiği üzere devlet gelir ve giderleri ile ilgilenen defterdârların vazifeleri sadece devlet hazinesini zenginleştirmek değildir. Onlar devlet hazinesine haram malın girmesine engel olmak zorunda oldukları gibi yetim malı dahi sokmayacaklardır.
İcraat ve tahsilatta defterdârın icra memuru olarak emri altında farklı vazifeleri bulunan beş görevli bulunurdu. Bunlardan ilki başbakıkulu denilen devlet gelirlerinin birinci tahsil memurudur. Defterdârlıkta bunun bir dairesi olup emri altında bakıkulu ismiyle altmış kadar mübaşir vardır. Bunlar hazineye borcu olup vermeyenleri hapis ve sıkıştırma ile tahsilat yaparlardı. Bu yüzden maliyeye borcu olanlar başbakıkulu hapishanesinde tutuklanırlardı.
İkinci icra memuru cizye başbakıkuludur. Bu da cizye sebebiyle hazineye borcu olanları takip eder. İltizama verilen cizyelerin mültezimlerinden henüz borcunu ödememiş veya yatırmamış olanları takip ederdi. Defterdârın üçüncü icra memuru tahsilat ve ödemelere ilgilenen veznedar başıdır. Bunun da maiyetinde dört veznedar vardı. Baş defterdârın icra memurlarından dördüncüsü sergi nâzırı beşincisi de sergi halifesi olup her ikisi de hazine ile ilgili işlerin defterini tutuyorlardı.
Defterdâr tabiri 1838 senesinde ilân edilen Hatt-ı Hümâyun gereğince terk edilerek yerine "Mâliye Nezâreti" tabiri kullanılmıştır.
Nişancı
Osmanlı devlet teşkilâtında Divan-ı Hümâyunun önemli vazifelerinden birini yerine getiren görevli için kullanılan bir tabirdir. Nişan kelimesinden türetilmiş olan "Nişancı" ferman berat mensûr nâme mektup ahidnâme (sözleşme) hüküm gibi devletin resmî evrakının baş tarafına padişahın imzası demek olan nişanı koyardı. Bu görevliye nişancı muvakkî tevkiî ve tuğraî gibi isimler de verilirdi.Nişancı ayrıca yardımcıları vasıtasıyla:Divanda yapılan görüşmelerin kayıtlarını tutarak Mühimme Defteri’ne (Divan Defteri) kaydetmek Ferman berat gibi belgeleri hazırlamak Sadrazam ve padişah arasındaki ve dış ülkelerle olan yazışmaları hazırlamak Tapu kayıt defterlerini tutmak gibi görevleri de üstlenmişti.Osmanlı devlet teşkilâtında XVIII. yy. başlarına kadar önemli bir makam olan nişancılık daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardı.
Bunun için Osmanlı Devleti'nin merkez teşkilâtı içinde önemli bir yeri bulunan divanın azalarından biri de "Nişancı" adını taşıyan görevli idi. Divan-ı Hümayun çalışmalarının hazırlanması ve yürütülmesi ile ilgili çok önemli bir görevi yerine getiren nişancı bizzat padişah tarafından atanırdı. Önemli hizmeti bulunmasına rağmen nişancılığın Osmanlılar'da hangi tarihlerde kurulduğu kesin olarak tespit edilebilmiş değildir. Bununla beraber bazı araştırıcılar bu kuruluşu Osmanlı Devleti'nin ikinci hükümdarı olan Orhan Gazi dönemine kadar çıkarırlar. Çünkü bu döneme ait fermanlarda tuğra bulunmaktadır. Kısaca nişancılığın Fâtih'ten önce mevcut olduğu fakat Fatih zamanında tam anlamıyla geliştiği bilinmektedir.
Divan-ı Hümâyunda vezir-i âzamın sağında ve vezirlerin alt tarafında oturan nişancı önemli bir hizmeti yerine getiriyordu. Nişancılar görevleri icabı bazı özellikleri taşıyan kimseler arasından seçiliyorlardı. Nişancı olacak kimselerin inşa(güzel yazı yazma) konusunda maharetli olmaları gerekirdi. Görevleri icabı olarak inşa konusunda maharetli olmaları devlet kanunlarını iyi bilerek yeni kanunlar ile eskiler arasında bağ kurup onları telif etme kabiliyetine sahip bulunmaları gereken nişancıların ilmiye sınıfına dahil ve sahn-ı semân(üniversite) müderrisleri(hocaları)nden seçilmesi kanundu.
Nişancılar XVI. asrın başlarından itibaren Divân-ı Hümâyunun kalem heyeti arasında bu vazifeyi yerine getirebilecek olan reisü'l-küttâblardan seçilmeye başlanmıştır. Fâtih döneminde müesseseleşerek kurulduğunu gördüğümüz nişancılık Osmanlı Divân-ı Hümâyunun dört temel rüknünden (gereğinden) birini oluşturuyordu. Fâtih kanunnâmesinde de belirtildiği gibi bu dönemde vezirlik kadıaskerlik ve defterdarlıktan sonra en önemli vazife nişancılıktı.
Nişancı Divân-ı Hümâyun üyesi olmasına rağmen vezir rütbesine sahip ve hâiz değilse kanun gereği arz günlerinde padişahın huzuruna kabul edilmezdi. Sadece nişancılığa tayin edildiği zaman bir defa padişahın huzuruna girip tayinlerinden dolayı teşekkür ederdi.
Nişancılık XVI. asrin sonlarından itibaren yavaş yavaş önemini kaybetmeye başladı. XVII. asrın ortalarında nişancılık adeta kuru bir ünvan haline geldi. XIX. yüzyılın başlarına kadar ismen de olsa varlıklarını devam ettiren nişancılar eski önemlerini tamamen kaybettiler. Bu sebeple nişancılık 1836 yılında tamamen kaldırılarak vazifeleri "Defter eminine" verilmiştir. Bu tarihten sonra önemli işlere dair fermanların üzerlerine Bâbıâlî diğerlerine de defter eminleri tarafından tayin edilen ve tuğranüvis denilen memurlar tarafından tuğra çekilirdi. 1838'de tuğra-nüvislik görevi de kaldırılıp Bâbıâlî ile defter eminliği tuğracılığı birleştirildi. Böylece bu hizmetin Bâbıâlî’de görülmesi kararlaştırıldı.
Divân-ı Hümâyunda yukarıdaki asil üyelerin dışında şunlar da zaman zaman divan üyeliği yapmışlar divan toplantılarına katılmışlardır:
Rumeli Beylerbeyi
Beylerbeyi hem askeri hem de idarî amir olarak bulunduğu eyalette padişahın temsilcisidir.Rumeli Beylerbeyi daha kıdemlidir. Rütbeleri yükselince kubbealtı vezirliğine atanıyorlar ve Divan-ı Hümayun'un üyesi oluyorlardı. 1536 tarihinden itibaren vezirlik rütbesi olan Rumeli Beylerbeyi Divan-ı Hümayun üyesi olarak merkezde bulunduğu zamanlarda divan toplantılarına katılmıştır. Bu tarihten önce Rumeli Beylerbeyi Divan-ı Hümayun üyesi değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder