HACERÜ'L-ESVED: Kabe'nin güney doğu köşesinde yerden bir buçuk metre yüksekliğinde, yumurta biçiminde hafif kırmızı ve san damarcıkları bulunan otuz cm. çapında oldukça parlak siyah bir taş.
Bir saygınlık ve kutsiyeti olan ve hac sırasında Hz. Peygamber'in izinden giderek sünneti gereğince "öpülmek" suretiyle hürmet edilen bu taş, cahiliye Arapları arasında da kutsal sayılıyordu. Bu yüzden Hz. İbrahim'den sonra geçen yüzyıllar boyunca gelip, geçen bütün kuşaklar bu taşı özenle korudu.
Hacerü'l-Esved'in tarihi Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.) tarafından inşa edilen yeryüzünün ilk mabedi Kabe'nin tarihiyle paralellik gösterir. Allah (c.c.) Hz. İbrahim'e insanların ibadet edecekleri bir mescid yapmasını emrettiğinde Hz. İbrahim ve oğlu İsmail Kabe'nin temellerini attılar (el-Bakara, 2/127). Tarihi kaynaklar Hacerü'l-Esved'in de buraya Hz. İbrahim tarafından konduğunu kaydeder.
Mekke'nin yakınında olan Ebu Kubeys dağından getirilen bu taşın oraya da Cennetten gelmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz
"Hacerü'l-Esved cennettendir" buyurduğunu nakleder (Keşfü'l-Hafa, Acluni, 1108).
Kabe Hz. İbrahim ve oğlu İsmail'den sonra birçok milletlerin kontrolüne geçti ve çeşitli defalar tahrip olup tekrar tekrar inşa,ve imar edildi. Her defasında Hacerü'l-Esved de bu durumlardan etkilendi.
Hz. İsmail'den sonra Cürhümilerin eline geçen ve bir süre onların yönetimi altında kalan Kabe zamanla ilgisizlikten harabe haline geldi. Ardından meydana gelen ve tarihe "Seylü'l farre" adıyla geçen bir sel felaketiyle duvarları tümden yıkılan Kabe'den geriye boş bir arazi kaldı. Bu dönemde Hacerü'l-Esved'in nasıl muhafaza edildiği bilinmiyor.
Daha sonra güçlü Amalika kabilesinin eline geçen bu bölge ve Kabe onlar tarafından tekrar ihya edildi; bu kez Kabe'nin duvarları eskisinden daha yüksek yapıldı. Bu, Hz. İbrahim'den sonra Kabe'nin ikinci inşasıdır. Bir süre Kabe'yi hürmetle muhafaza eden Amalikalılar, daha sonra burayı kendi mülkleri gibi görmeye başlayıp ziyaretçilere engel olmaya, parası olmayanlara zemzem suyunu bile vermemeye başladılar.
Kabe'ye saygının kalmadığı bu dönemde harabe haline gelen Kabe ikinci bir sel baskınıyla tamamen yıkıldı. Amalikalılar da bölgeyi terketti. Amalikalılardan sonra tekrar Cürhümilerin eline geçen Kabe üçüncü kez inşa edildi. Zamanla azgınlaşan Cürhümiler Kabe'ye ve hacılara hürmetsizlik edip etrafa terör estirdiler. Cürhümilerin bu tutumunu hazmedemeyip savaş açan Bekroğulları ve Huzaalılar onları Mekke'den çıkardı.
Ancak şehri terkederken Kabe'nin değerli eşyalarını yağmalayan Cürhümiler Hacer'ül-Esved'i toprağa gömerek sakladılar. Şehri ele geçirip Huzaalılar Cürhümilerin sakladıkları bu taşı bulup tekrar eski yerine koydular. Huzaalılardan sonra Miladi 440 yılında Mekke ve Kabe'nin yönetimi Peygamberimizin beşinci atası Kusay b. Kilab ve oğullarına geçti. Uzun bir kesintiden sonra Kabe tekrar Hz. İsmail'in torunlarına geçmişti. Kusay Kureyş'ten, Kureyş ise Hz. İsmail'in soyundandı. Kusay'dan önce Kabe yakınına ev yapıp yerleşmek saygısızlık olarak kabul edildiğinden yerleşim birimi değilken Kusay, Beytullah'ın yanına evler kurulmasını ve buranın şenlendirilmesini emretti.
Ayrıca, bir başka rivayete göre Kabe'yi yıkıp yeniden inşa etti. Daha sonra Mekke'nin parlamento binası olacak olan " Daru'n-Nedve" Kusay'dan kalan evdi. Kusay Kabe'nin bütün hizmetlerini kendi kabilesinde topladı. Diğer kabileler bu hizmet yarışı nedeniyle ona düşman oldular ve aralarında uzun süre ayrılıklar devam etti.
Hz. Peygamber zamanında, duvarları alçak olan Kabe'nin değerli eşyaları çalınmaya başlamış, bu yüzden Kureyş Kabe'yi daha korunaklı bir şekle dönüştürmeye karar vermişti. Tam bu dönemde bir yangınla tahrip olan Kabe, ardından gelen bir sel felaketiyle tamamen yıkıldı ve yeniden inşa edildi. Ancak Hacerü'l-Esved'i yerine yerleştirme konusunda bencil davranan kabileler bu şerefi başkalarına vermek istemeyince sorun büyüdü, hatta kılıçlar kınlarından çıktı. Bundan dolayı kan dökmek istemedikleri için de "Kabe'ye gelecek ilk kişinin hakemliğini kabul etmekte" anlaştılar.
Kararlaştıkları günün sabahında Kabe'nin çevresinde beklerken Kabe'ye "Muhammedü'l-emin" dedikleri Hz. Peygamber girince rahatladılar; çünkü ona güveniyorlardı, henüz peygamber değildi, ona düşman olacakları zamana daha vardı. Hz. Muhammed (s.a.s.) bir bez parçası istedi onu yere serdi, başka rivayete göre abasını yere açtı. Hacerü'l-esved'i kendi elleriyle üzerine koydu. Her kabileden bir temsilciye bezin bir ucundan tutup kaldırmalarını söyledi. Onların kaldırdığı bu taşı tekrar kendi elleriyle alıp yerine koydu. Allah bu şerefi kendi Peygamberine nasib etti; kabileler ise kaldırmaya ortak olmanın verdiği mutlulukla barıştılar.
Hz. Peygamber nübüvvetle görevlendirildikten sonra putlardan arındırılan Kabe, Emevilerden Yezid İbn Muaviye'nin ordusu tarafından mancınıklarla taşa tutularak tahrip edildi (hicri 63). Yezid'i halife olarak kabul etmeyen Mekkeliler Abdullah b. Zübeyr'e bey'at ettiler. Mekke'yi muhasara eden Yezid'in ordusu yağlı fitiller atıp mancınıklarla taşa tutarak Kabe'yi tahrip etti. Atılan bu taşlardan biri Hacerü'l-Esved'i üç parçaya böldü. Yezid'in Ordu'suna teslim olmayan Mekkeliler Abdullah b. Zübeyr'i halife olarak tanımaya devam etti.
Daha sonra Abdullah b. Zübeyr kırılan bu parçaları bir gümüş çerçeve içine koyarak biraraya getirmek istediyse de etrafındaki taşlar yanıp kireçlenmiş olduğundan Hacerü'l-Esved'in parçaları birbirine yapıştırılmakla yetinildi. Kabe'ye ilk örtü de onun emriyle bu dönemde örtüldü. Abdullah b. Zübeyr hacca gelenlerin Yezid'in vahşetini görüp gerçeği anlaması için hac mevsimine kadar tamir ettirmediği Kabe'yi bu dönemden sonra halkla yaptığı istişare neticesinde yıkıp yeniden inşa ettirdi.
Osmanlı Padişahı Birinci Ahmed devrinde tekrar tamir edilen Kabe onsekiz yıllık bir aradan sonra şiddetli bir sel baskınıyla tekrar yıkıldı. Hacerü'l-Esved'in bir parçası kırıldı. Kabe'nin, Dördüncü Murad'ın emriyle yapılan tamir ve inşasıyla birlikte Hacerü'l-Esved de tamir edildi. Bakırdan yapılmış olan Muhafaza kabı gümüşle kaplanarak altınla yaldızlandı (M. 1629). Abdülmecid devrinde ise (1839-1861) taşın gümüş çerçevesi tekrar yenilendi.
Hacerü'l-Esved'i değerli kılan, haccın menasikinden olması ve Rasulullah'ın onu öpmesi nedeniyledir. Hac'da tavafa Hacerü'l-Esved'den başlanır ve yine onunla bitirilir. Tavaf esnasında Hacerü'l-Esved öpülür, bu imkan olmadığı takdirde elle, bu da mümkün olmazsa uzaktan selamlanır. Onu öpmek sünnet olduğu için öpülmediği takdirde hac yine yerine gelmiş olur. Ayrıca Hacerü'l- Esved'in öpülme imkanı bulunmadığı zaman Kabe'de ikinci bir taş olan Yemame taşına elle dokunmak da onun yerine geçer. Bu taşın bulunduğu yere "Rüknü'l-Yemani" denir.
Hz. Peygamber'in Hacerü'l-Esved'i öptüğü, ayrıca Veda Haccı'nda hasta olduğu bir sırada devesinden inmeden tavaf sırasında değneğiyle ona dokunduğu; bir başka zaman da eliyle selam verdiği rivayet edilmektedir. Hz. Ömer bir haccında Hacerü'l esved'e yaklaşıp öpmüş ve şöyle demişti: "Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Rasulullah öpmemiş olsaydı seni asla öpmezdim" (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI, 108-109). Hz. Ömer puta tapıcılıktan yeni kurtulmuş bir toplumun, bir taşın öpülmesini gördüğü an küllenmiş duygularının yeniden kabarmasından endişe ederek böyle bir açıklamayı gerekli görmüştü. Batılıların iddia ettikleri gibi Hacerü'l-Esved'i öpmek Araplardan müslümanlara geçen bir saygı ifadesidir; Hz. Peygamber'in sünnetine uymadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder