Merkez Maliyesi ve Hazine Yönetimi
İlk kez II. Murat zamanında Çandarlı Kara Halil Paşa ve Karamanlı Rüstem Paşa tarafından oluşturulan Osmanlı Devleti Maliye Teşkilatı’nın başında defterdar bulunurdu.
Defterdarın idaresindeki Osmanlı hazinesi, iç hazine ve dış hazine olmak üzere iki kısma ayrılır, hazinede para ve çeşitli kıymetli eşyalar saklanırdı.
İç hazine (Hazine-i hassa): Padişaha ait hazineydi ve gerektiği zaman devlet hazinesine buradan para aktarılabilirdi.
Dış hazine (Devlet hazinesi): Örfî ve şerî vergilerin, ganimet gelirlerinin ve diğer gelirlerin toplandığı hazineydi.
Hazine Gelirleri ve Giderleri
Osmanlı Devleti’nin mali sistemi, merkez maliyesi, tımar ve vakıflardan oluşmaktaydı.
Merkez maliyesi temel gelir kaynakları ise mukataa gelirleri, cizye gelirleri ve avarız gelirlerinden oluşurdu.
Mukataa, geliri doğrudan merkezî hazineye aktarılan vergi ve gelir kaynaklarıdır. Gümrük, darphane, tuzlalar ve maden gelirleri gibi devlete ait kaynaklar mukataa usulüyle işletilmiştir. Mukataalar, günümüzde özel teşebbüsler tarafından işletilen şirketlere benzemektedir.
Devletin en önemli giderleri arasında asker maaşları (ulufeler) ve savaş harcamaları vardı.
Osmanlı Devleti’nde Vergiler
Vergiler ise şerî ve örfî vergiler olmak üzere ikiye ayrılırdı.
Şerî Vergiler
- Öşür: Müslümanlardan alınan ürün vergisi.
- Haraç: Gayrimüslimlerden alınan ürün vergisi.
- Cizye: Gayrimüslim erkeklerden askerlik yapmamaları karşılığında alınan vergi.
- Ağnam: Küçükbaş hayvan vergisi.
- Zekat: Müslümanlardan deniz ürünleri, madenler, zirai ürünler ve ticari faaliyetlerden elde edilen gelirlerden alınan vergi.
Örfî Vergiler
- Çifthane: Bir çift öküz ile işletilebilen araziden alınan vergi.
- Çift bozan: Toprağını izinsiz olarak terk eden veya üç yıl üst üste ekmeyenden alınan vergi.
- İspenç: Gayrimüslimlerden alınan örfi bir vergi.
- Bennâk: Müslümanlardan alınan örfî bir vergi.
- Bac: Çarşı ve pazardan alınan vergi.
- Ağıl: Sürü sahiplerinden alınan vergi.
- İmdadiyeyi Seferiye: Sefer sırasında alınan vergi.
- İmdadiyeyi Hazariye: Barış zamanında alınan vergi.
- Derbent: Köprü veya geçitlerden alınan vergi.
- Avarız: Olağanüstü hâllerde alınan vergi.
Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde tek tip vergi düzeni yoktu. Fethedilen bölgelerin coğrafî şartları, etnik ve kültürel özellikleri ile sosyal ve ekonomik yapısı dikkate alınarak vergi konusunda ayrı ayrı düzenlemeler yapılırdı.
Dönemin şartlarında Osmanlı’nın bu vergileri nakit olarak merkez hazineye toplayıp harcaması güç olduğu için tımar sistemi içinde vergi toplama hakkı dirlik sahiplerine ve vakıflara bırakılmıştı.
Osmanlı Devleti XVI. yüzyılda mali sistemini; merkez hazine, tımar sistemi ve vakıf gelirleri olmak üzere üç ana unsur üzerine kurmuştur.
Tımar Sistemi
Tımar sistemi, devlete ait arazilerin gelirlerinin asker ve memurlara maaş karşılığı verilmesidir.
Devlete ait olan tımar toprakları miras bırakılamaz, vakfedilemez ve bağışlanamazdı.
Tımar sisteminin zamanla bozulmasıyla birlikte güvenlik sorunu ortaya çıkmış, köylüler ve sipahiler toprakları bırakıp şehirlere göç etmiş, boş kalan tımar toprakları ise daha sonraları özel mülk hâline gelmiştir.
Tanzimat’la birlikte tımar sisteminin hukuki varlığı bitmiş, yeni bir toprak sistemine geçilmiştir.
1858’de Arazi Kanunnâmesi ile ziraî topraklarda özel mülkiyet ön plana çıkmış, mirî toprakların (devlet arazileri) büyük bir kısmı şahısların eline geçmiştir.
Vakıf Sistemi
Vakıflar, yardımlaşma ve dayanışmanın kurumsallaşmış şekli olarak toplumsal hayatın kolaylaştırılması için önemli görevler üstlenmiştir.
Vakıf sistemi; ülkedeki eğitim, sağlık, bayındırlık ve dinî yatırımları yürüten sosyal güvenliğin temel kurumudur. Vakfın esası, bir malı insanların yararlanması için kendi mülkiyet sahasından çıkarıp toplumun yararına sunmaktır.
Vakfa bağışlanan mallar taşınır ve taşınmaz olarak ikiye ayrılır. Asıl vakıf, akar da denilen taşınmaz malların vakfıdır. Han, hamam, çarşı, zirai topraklar gibi taşınmaz malların gelirleriyle hayır kurumları finanse edilmiştir. Bu sayede toplumun ihtiyaçları karşılanarak iktisadî refah seviyesindeki dengesizlik en az seviyeye indirilmiştir.
Osmanlı ve Avrupa Devletlerinin Ekonomi Anlayışlarının Karşılaştırılması
Osmanlı Devleti’nin ekonomi anlayışı sosyal refahın sağlanması için piyasada yeteri kadar malın bulundurulması esasına dayanmış, yöneticiler halkın en iyi şekilde yaşatılması için çabalamışlardır. Halkın refahını hedefleyen Osmanlı ekonomik anlayışında, rekabetten ziyade işbirliği ve dayanışmaya önem verilmiştir.
Osmanlı’da durum böyleyken Batı’da kralın yanında toprak zenginlerinden oluşan feodal bir yapı vardı. Halkın refahı ve huzuru ise feodal beylerin inisiyatifine bırakılmıştı. Yöneticiler mal ve hizmet üretimini sağlayıp toplumun refahını yükseltmek yerine, kendilerini dışarıdan gelecek saldırılara karşı korumakla uğraşıyordu.
Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri arasındaki farklılıklar daha çok siyasi sistem, toprak rejimi ve mülkiyet yapısından kaynaklanıyordu.
Coğrafî Keşifler ve Kapitülasyonların Osmanlı Ekonomisine Etkisi
Osmanlı Devleti ticarete büyük önem vermiş ve ticareti geliştirmek amacıyla çeşitli tedbirler almıştır. 14 ve 15. yüzyıllarda Doğu Akdeniz ticaretini ellerinde tutan Ceneviz, Venedik ve Floransa gibi Avrupa ülkelerinin gemilerine ve tüccarlarına verilen bazı imtiyazlar, ticareti kolaylaştırmak amacıyla alınan tedbirler arasında yer almıştır. Osmanlı Devleti XVI. yüzyıldan itibaren coğrafî keşiflerin olumsuz etkilerini azaltmak, Avrupalı tüccarları Doğu Akdeniz’e çekmek ve siyasal dostluklar kurmak amacıyla, önce Fransa’ya daha sonra da İngiltere ve Hollanda gibi diğer Avrupa ülkelerine de kapitülasyonlar (ayrıcalık) tanımıştır.
Coğrafî keşiflerle birlikte sömürgecilik faaliyetleri de hız kazanmıştır.Sömürgecilik, sanayi inkılâbı ile ayrı bir ivme kazanmış, İngiltere bu dönemde büyük sömürge bölgeleri oluşturmuştur. Sömürgecilik faaliyetleri sonucunda zenginleşen Avrupa ekonomisi karşısında Osmanlı Devleti zayıf kalmıştır.
Başlangıçta ticareti canlandırmak için verilen bu kapitülasyonlar, II.Mahmut Döneminde İngiltere ile imzalanan Baltalimanı Ticaret Sözleşmesinin de baskıyı arttıran etkisiyle ilerleyen dönemlerde Osmanlı ekonomisini büyük ölçüde dışa bağımlı hâle getirmiş ve Osmanlı’nın mali kaynaklarını azaltmıştır. Böylece Osmanlı Devleti sanayi açısından Avrupa ile rekabet edememiş ve Osmanlı sanayisi çökme noktasına gelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder