IV. Murad’a Sunulan Risâle. Yirmi yaşına gelinceye kadar tahtta pasif kalmış göründüğü yıllar esnasında toplum ve devlet idaresine hâkim bozuklukları kavramış, iktidara ve aksiyona geçmek için kendisini iyi hazırlamış gördüğü IV. Murad için kaleme aldığı risâlesinde Koçi Bey, XVI. yüzyılın sonlarından başlayarak ülke ve devletin içine düşmüş olduğu kötü durumun umumi manzarasını çizdikten sonra ülkeyi hükmü altına almış kötülükleri seyredip de susmasının kendisi için mümkün olamayacağını ifade eder ve bu durumu bütün acılığı ve açıklığıyla hükümdara duyurmayı kendisi için kaçınılmaz bir misyon saydığını belirtir. Genç sultanı gidişe dur demeye ve kötülüklerin, devletin sürüklendiği tehlikenin önünü almak için harekete geçmeye davet ile bunu yapmadığı takdirde “rûz-ı cezâda bunun hesabının kendisinden sorulacağını” pervasızca söylemekten kaçınmaz. Önceki yıl sel yüzünden Kâbe’nin duvarının yıkılması hadisesiyle (19 Şâban 1039 / 4 Nisan 1630; Naîmâ, Târih, 1147, I, 490) çok geçmeden neredeyse ayağının ucuna denecek kadar yakınına yıldırım düşmesinin (14 Zilkade 1039 / 25 Haziran 1630; a.g.e., I, 489) ona birer ilâhî uyarı olduğunu hatırlatır.
Koçi Bey, devletin geleceğini ve bekasını beklemekte olan büyük tehlikeyi haber veren bozuluş ve içten çürüme olgusunu idarî ve içtimaî müesseseler zemininde ele almaktaydı. Kuvvetli bir tahlil kabiliyetiyle gözden geçirdiği meseleler dizisine sadece güncel tesbitler düzeyinde kalmakla yetinmeyip bunların sebep ve menşelerine gitmeyi gözeten tarih perspektifi içinden bir yaklaşım ortaya koyar. Bozuluşu yönünden üzerinde durduğu müesseseyi evvelce ne idi, şimdi nasıldır ve ne haldedir tarzında bir muhakeme ile gözden geçirip tahlillerini geçmişle şimdiki zaman arasında devamlı bir mukayese düşüncesine dayandırarak yürütür. Yaşanmakta olan bozuluş ve çözülmelerin başlangıcını çok defa Kanûnî Sultan Süleyman devri (1520-1566) ve özellikle III. Murad’ın son saltanat yıllarına (1574-1595) götürür. Koçi Bey’in tahlil ve mukayeselerinde üstün ve en mühim taraf bunları istatistik bilgi ve rakamlara dayandırmasıdır. İstatistik bilgiyi çok iyi kullanmasını bilen Koçi Bey, meseleleri bu yoldan âdeta riyâzî bir kesinliğin çarpıcılığı ile ortaya koymak gibi bir başarıya ulaşır.
Çizdiği bozuluşlar tablosu içinde Koçi Bey’in birinci derecede ehemmiyette bir mesele olarak üzerinde ısrarla durduğu konu timar ve zeâmet müessesesinin içine düşmüş bulunduğu durum olmuştur. Ranke gibi önde gelen Batılı tarihçilerin de Osmanlı Devleti’nin asırlarca sürmüş kudret ve üstünlüğünün birinci derecede âmillerinden biri saydıkları timar ve zeâmet sisteminin, müesses kanun ve usuller çiğnenerek nasıl bozulup zaafa uğratıldığını verdiği zengin örnekler, istatistik mukayese ve tesbitlerle gözler önüne seren Koçi Bey buna en temeldeki mesele olarak bakar. Sistemin zaafa uğratılmasının kötü neticelerinin bir diğeri olarak kapıkulu askeriyle timarlı güç arasında öteden beri devletçe gözetilmekte olan dengenin bozulması, başı boş bir kuvvet olarak meydan bulan bu zümrenin, özellikle altı bölük halkının, yani sipah kanadının kontrol ve disiplinden çıkmasını gösterir. Çare olarak timar ve zeâmet müessesesinin her şeyden önce ele alınıp ona geçmişteki karakterinin kazandırılması gereğini ileri sürer. Bozulmalar zinciri içinde üzerinde durduğu bir başka mesele de kapıkulu askerinin tâbi bulunduğu devşirme rejiminin delinmesi, ocağa ve Enderun’a “ecnebi” dediği başka sosyal tabaka ve sınıflardan kimselerin girmiş veya sokulmuş olmasıdır.
Onun müesseseler çapında ele aldığı diğer bir bozukluk da ilmiye sınıfıyla ilgilidir. Bu konuda medrese tedrisatındaki seviye ve buralardaki ilmî faaliyet gibi hususlara doğrudan doğruya yönelmek yerine, ilmiye sınıfına hâkim olmaya başlamış usulsüz tayinler ve bu yüzden bura kadrolarının ehliyetsiz ellere geçmesi gibi noktalara parmak basmaktadır. İlmiye mansıp ve mevkilerine nasıl hak kazanılacağını belirleyen usul ve nizamın Kanûnî Sultan Süleyman çağından başlayarak nasıl dışına çıkılmış olduğunu, zamanın seyri içindeki çeşitli örnekleriyle gösterip tahlil eden Koçi Bey, rüşvet ve kayırma yüzünden içine girilmiş olan bu fena çığırla İslâm’ın her türlü mevki ve umurun ehline emanet edilmesi hususundaki buyruğunun da çiğnenmekte olduğunu söyleyerek İslâmî ahlâk ve prensipler namına şiddetli tenkitlerde bulunur.
Müesseseler yönünden ele alıp zararları hususunda sultanın dikkatini çekmeye çalıştığı, sık sık üzerine döndüğü başka bir konu ise keyfî veya haksız azillerle her çeşit mansıp ve vazifede sebebiyet verilmekte olan istikrarsızlıktır. Mansıp sahiplerinin vazifeleri başında uzun süre kalamamalarının devleti vasıflı ve yetişkin insan unsurundan mahrum bıraktığını belirten Koçi Bey, özellikle fetva makamına gelenlerin azil endişesinden uzak bulundurulmasının yanı sıra kazaskerlerle diğer ilmiye mensuplarının da vazife sürelerinin uzun tutulmasının faydalarını etraflı surette açıklar.
Devlet mekanizmasının sağlıklı bir şekilde işleyişindeki özel konumuna işaret ettiği vezîriâzamlığın statüsünü başlı başına bir konu olarak açıklamak gereğini duyan Koçi Bey, vezîriâzamın saray çevresinin müdahalelerinden, nüfuz sahibi kimseler tarafından tesir ve tazyik altında kalmaksızın icraatında hür hareket etmesinin olumlu yönlerini hükümdara göstermek ister.
Koçi Bey’in yalnız belirli bir müessese ve kesimle sınırlı olmanın çok ötesinde her kesimi içine alan, bütün toplum hayatına tesir eden bir sosyal dert oluşu sıfatıyla devleti kemiren ve çöküntüye götüren bir âfet nazarıyla baktığı rüşvet hadisesini ısrarla ele alarak genç sultanı zamanı geldiğinde harekete geçmesi için zihnen hazırlamaya çok önem verdiği görülmektedir. Koçi Bey, rüşvetin yanı sıra onun kadar zararlı ve ahlâk bozucu tesirleri dolayısıyla zamanının diğer bir sosyal derdi olan, o vaktin tabirince “şöhret merakı” denmekte olan gösteriş ve lüks düşkünlüğü meselesine de ayrıca parmak basar.
Koçi Bey, risâlesinin ikinci yarısında yer alan arzlarında, başta sıraladığı meselelerin düzeltilme ve giderilme çarelerini açıklamaya yönelir, ne gibi tedbirlere ihtiyaç bulunduğunu bir bir anlatır. Düzeliş çarelerini, “kānûn-ı kadîm” dediği geçmişteki usul ve nizamlara dönüşte arayan Koçi Bey, bu gerçekleştirildiği takdirde devletin eski kudretini yeniden kazanacağı ümidindedir. Asgari bir had olarak timar ve zeâmet müessesesinin evvelki haline kavuşturulması ve ulûfeli kapıkulu mevcudunun mümkün olduğu kadar azaltılmasının bile ona geçmişteki halini iade edeceği kanaatini besler.
Kanûnî Sultan Süleyman çağını çift yönlü bir görüşle değerlendiren Koçi Bey, devlet nizamındaki çözülüşlerin başlangıçlarını o devirde görürken öte yandan onu imparatorluğun kudret ve zenginliğinin zirveye eriştiği bir zaman olarak kabul eder. Bu görüşün sadece ona mahsus olmayıp Osmanlı devlet ve toplum hayatında idrak olunan bozuluş ve çözülüşler üzerinde düşünen daha önceki ve çağdaşı bazı Türk müellifleri tarafından da ifade edilmiş olduğunu kaydetmek gerekir.
Osmanlı Devleti’nin çöküş sebeplerinin Batılı tarihçilerin hiçbiri tarafından onun kadar vukufla ele alınmadığını belirten Hammer eseri, Montesquieu’nün Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı hakkında Considérations sur les causes de la grandeur des romains et de leurs décadence adlı telifinin Osmanlı edebiyatında muadili olarak görür ve Koçi Bey’i “Türk Montesquieusü” diye adlandırır (GOR, II, 349; III, 210).
Kaynak:DİA,Koçi Bey maddesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder