Sami adı, kökenini Yahudi geleneğinde yazılmış olan Yaradılış'ın X. bölümündeki ünlü uluslar tablosunda bulur; burada Nuh'un Ham ve Yafes ile birlikte üç oğlundan biri olan Sam, Haber'in(İbranilerin), Elam'ın, Assur'un, Aram'ın, Arpad'ın ve Lut'un babası olarak gösterilir. Samiler Sam’ın soyundan, Sam dilini konuşan kavimler. Hazret-i Nuh’un, Tufandan sonra Ham, Sam ve Yafes adında üç oğlu vardı. Tufandan sonra bütün insanlar bu üç oğlundan türeyip, her tarafa dağıldılar. Sam’dan Araplar, Asuriler, Finikeliler, İbraniler, Rumlar ve Süryaniler türeyip, bütün Orta Doğu ve Doğu Akdeniz ülkelerine yayıldılar. Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’e hakim olup, devlet kurdular. Sam’dan türeyen kavimlere Sami ırkları, dillerine de Sami dilleri denir.
Sami dilleri, Akkatça, Aramice, Arapça, Habeşçe ve İbranicedir.
Yapılan bu sınıflama 1. binin başlangıcına doğru siyasal durumun ne olduğunu açıklayan, ama bir Asya dili konuşan Elamlılarla, lehçeleri Sami kökenli olan İbranilere, Assurlulara ve Aramlılara ortak bir soy kütüğü gösteren temel bir sınıflamadır
Tevratın Tufan gerçeği ile ilgili bölümünde, Samiler Toroslardan veya Ararat(Ağrı)dağından gelmişlerdir. Ancak bazı bilginler Samilerin anayurdu olarak Arabistan'ı gösterirler. Arabistan Çölünde nüfusları artan bedevi kavimler zaman zaman kültür merkezlerine gelmek üzere bir göç yapmışlardır. Bu göç olayı Mari arşivleri ile de doğrulanmaktadır. Mezopotamya'da olduğu gibi, eski Mısır'da da Sami kavimleri buluyoruz. Mısır abideleri üzerinde daha Thinit sülalesi zamanından beri saf Sami tipi gösteren tasvirlere rastlanmaktadır.
Samilerin Mezopotamya'ya doğrudan doğruya çöl üzerinden değil evvela Filistin ve Suriye'deki dağlık bölgeleri takip ederek kuzeye, Habur nehri civarına geldikleri, buradan Fırat nehri yolu ile Mari(Tel-Hariri)üzerinden Babilonya'ya vardıkları tahmin edilmektedir. Nitekim Kuzey Suriye ve Filistin'de son senelerde yapılan kazılar bu öneriyi destekler malzemeler vermektedir(2
Hint-Avrupalılar gibi Samilik de kültürel bir kavramdan çok dilbilimsel bir kavramdır;ırkla ilgili bir kavram hiç değildir. Bununla birlikte, bir proto-Sami dili konuşan ve temel bir Sami dilleri birliğinin gerçekten var olması ölçüsünde kendini komşularına benimseten topluluğun kökeni ve ne olduğu konusunda bir sorun bulunmaktadır. Arapça Sami dillerine en yakın dillerden biri olarak çoktan ortaya çıkmıştır ve birçok uzman Sami halklarının beşiği olarak Arap yarımadasını görmek istemiştir;böyle olması da Eski Mısırcanın Sami özellikler taşımasını ve doğu Afrika'da konuşulan, hatta Berber dilinin de kendisine bağlandığı Hami dilleriyle kurulabilinen yakınlıkları bir ölçüde açıklar.
Öyle görünüyor ki, tarih çağlarının Sami halklarını oluşturacak olan toplulukların biribirinden ayrılışı tarihin çok eski çağlarında, Yakın Doğu için M.Ö X. bin ile VIII. bin arası olmuştur ve kesin bir doğum yeri belirlemek çok zordur.
III. binin başında Mari ve Kiş'teki Sami öğesinin çokluğu Samilerin çoktandır orada olduklarını varsaymaya izin veriyor;öyle ki, çok eski Mezoptamya halklarının, özelliklede de El Obeyd kültürü insanlarının, dillerini kabul ettikleri Sümerlerce baskı altına alınmış yada büyük ölçüde sindirilmiş Samiler olduğu ileri sürülebilir. Öte yandan M.Ö.III. binden başlayarak Kenan dilleriyle akraba bir dilin konuşulduğu bir devletin varlığını açığa vuran Ebla tabletlerinin keşfedilişi Arabistan kaynaklı güçler varsayımını akla getiriyor.
İgnazio Guidi, farklı Sami dillerinin sözlüklerini iyice inceledikten sonra nehirlerin suladığı ovalık bölgelere verilen adların ortak olduğunu ortaya koymuştur;örneğin bütün Sami dillerinde nehir anlamına gelen nahr sözcüğü aynıdır;buna karşılık dağı göstermek için her dilde farklı bir sözcük bulunur. Sami dilinin doğum yeri sorusunun yanıtı ancak Mezopotamya olarak verilebilir.
Amurruların, Aramların göçleri gibi Suriye kaynaklı göçler de Samilerin yayılma noktalarından birini Yukarı Fırat'a ve güneydeki bölgelere yerleştirmenin uygun olduğunu düşünmeye izin verir.
Eski Mezopotamya tarihinde üç büyük Sami göçü olmuştur. Bunlardan birincisi M. ö 2500'lerde olduğu tahmin edilen Akkadların göçüdür. Bu kabileler, Dicle ve Fırat nehirlerinin birbirine en çok yaklaştığı yerde, Bağdat civarındaki Kiş şehrine yerleşmişlerdir
M. Ö. 2000 yıllarında meydana gelen ikinci Sami göçü ise Mezopotamya'ya Sümerlerin batılı anlamına MAR-TU'lar dediği Amurruları getirmiştir. Amurrular, İbraniler ve Fenikeliler gibi, Sami dillerin doğu Lehçesini konuşuyorlardı. Bundan dolayı bazı bilginler, Amurrular'a Doğu Kenanları da derler.
Üçüncü büyük Sami göçü m. ö 14 yy da başlayıp 9 yy kadar mütamadiyen devam eden Arami kabilelerin göçleridir. Assur krallarının, Arami'lere karşı yaptıkları, amansız savaşlar sebebi ile Aramiler, yukarı Dicle bölgesine yani Assur'a sokulamamışlarsa da, Anadolu'da Sam'al a(Zincirli) kadar ulaşmışlardır.
A-AKKAD UYGARLIĞI
Akkadların mensup olduğu ilk Sami kavimleri, Arap yarımadasından çıkarak kuzey Suriye üzerinden Orta Mezopotamya bölgesine gelmişlerdir. Yüzyıllarca Sümer bölgesini Sümerlerle paylaşmış olan Akkadlar, Sümer kültürünü de benimsemişlerdir. Fakat M. Ö. 2371 yıllarında kendi kültürleriyle ortaya çıkmışlar ve Mezopotamya'ya hakim olmuşlardır. Böylece Mezopotomya'da Sümer idaresi son bulmuş ve Akkadların kurdukları devletin idaresinde Sümerler, sakin bir halk olarak yaşamışlardır.
Akkad kralları(9);
I. Sargon +M. ö2371-2316
Rimuş+M. ö2315-2307
Maniştuşu+M. ö2306-2292
Naramsin+M. ö2291-2255
Şarkalişarri+M. ö2254-2230
Akkad kültürü, kendilerine özgü kültürleriyle, Sümer kültürünün kaynaşmasından oluşmuştur. Akkad(ya da Agade)şehrinde kurulan devlet Ön Asya dünyasının dönüm noktasıdır.Artık bir Site(Kent)devleti olmaktan ziyade, Site'den imparatorluğa doğru gelişmiş bir devlet görünümündedir.
Sümerlerde din adamlarının çözemedikleri kent devletleri arası savaşlar sorununu, Akkadlar askerle çözmüşler ve kent devletlerini tek bir yönetim altında toplamışlardır. Bunu en iyi yapan kral Akkadlı Sargon(M. ö 2371-2316)olmuştur(10). Sargon döneminde Akkad'ın sınırları doğu'da Elam'a, kuzeyde dağ kavimlerine, Suriye ve Lübnan'a, Anadolu'da Toroslara, Deniz ülkelerine(İran körfezi), Dilmun'a(Bahreyn)adasına kadar ulaşmıştır
Sargon dönemine ait en önemli olay, Fırat nehri üzerindeki Tutul kentinde(Suriye sınırı içinde), Putperest/pagan/politeist olan Batı Samilerin baş tanrısı Dagan'a ziyaret etmesidir. Bu olay Sargon'un Sami kökenli soyunu kanıtlar.
Akkad dönemine ait yazılı kaynakların pek azı(Sargon ve Naramsin abideleri)orjinaldir, çoğu daha sonraki Ur III. sülallesi, İsin-Larsa krallıkları dönemi ve Eski Babil döneminde yazılmış kopyalarıdır. Bunlar Nippur ve Ur arşivlerinde bulunmuştur.
Akkad dönemine ait yazıların en ünlüsü Şar Tamhari(mücadele kralı)metinleridir. Bu vesikalarda Sargon ve Naramsin'in uzak ülkelere yaptıkları seferler anlatılır. Bu metinlerin Boğazköy, Tel-El Amarna ve Babil nüshaları da bulunmuştur. Başka bir metinde de, Sargon'un hakim olduğu ülkeleri gösteren ve o zamanki bilgilere göre çizilmiş bir dünya haritası bulunmaktadır.
B-BABİL
M. Ö. 2. binlerde Arap yarım adasından yeni göçebe kavimler Akdeniz kıyılarına ulaşırlar. Samilerin Amurru(batı Samiler, yani Sümerce Martu)kolundan olan bu kavimler, Mezopotamya ya sızarak Sümer-Akkad kültürüyle bütünleştiler. Uzun yıllar Sümer-Akkad hakimiyetinde kalarak, aylıklı asker, işçi ve tacir olarak çalıştılar, daha sonra Akkad ilinde toplandılar ve buradaki Samilerle birleştiler. Babil şehrini de kuran bu toplulukların ilk yöneticileri Elamlılara bağlı yönetim altında yaşamak zorunda kalmışlardır. Babil'in krallık durumuna gelmesi M. ö 19 yy'dır. Şehrin coğrafi durumunun uygun olmasıyla oldukça gelişmiş ve M. ö 18 yy'da Mezopotamya Babil egemenliğinde birleşmiştir;ilk kralları hakkında fazla bilgimiz yoktur. M. ö 1790 yıllarında babil krallarının dördüncüsü olan Hammurabi hem Sümer, hem Akkad kentlerini tek bir yönetim altında birleştirerek bölgesel devletten imparatorluğa geçişi sağlamıştır. Bu dönem, Sümer, Akkad, Elam, Gutiler ve Amurrular'ın bir araya gelmeleri sonucu oluşan ırklar karışımından oluşmuştur ve küçük bir azınlık durumuna düşen Sümerler, zamanla Samiler içerisinde asimile olarak karışmışlardır ve yok olmuşlardır..
C-ASSUR
M. Ö. III. bin yılın sonları ile M. Ö. II. bin yılın başları arasında süreçte, Batı Sami halklarının Orta Mezopotamya'ya ve Babil'e doğru ilerleyen hareketi başlamıştır. Yaklaşık 300 yıl süren bu hareket, yörenin kültürü, politikası, dini ve sosyal hayatı üzerinde eski unsurlara son vererek derin izler bırakmıştır. Batı anlamına gelen Amurrum sözcüğünden dolayı Akkadça, Amorit veya Sümerce Martu olarak anılan ve Sami kökenli bir dil konuşan bu insanların, Assurluların ataları olduğu düşünülür.
Assurlular, Kuzey Mezopotamya'da eski Halaf kültüründen gelme halkların ve Arabistan orjinli Batı Sami kavimlerinin kaynaşmasından oluşan bir topluluktur. Bunların içinde Asya kökenli Subartular'da bulunmaktadır.
Assur tanrı Ashur adına kurulmuş bir şehirdir. Halkı'da bu kentin adını taşır.
II-SÂMİ DİLİ:
M. ö 3000-1000 arasında Mezopotamya'da konuşulan ve kuzey çevre öbeğine giren bir dildir.
Sami dili, Afrika'nın kuzeyinde ve Yakındoğu'da konuşulan Hami-Sami dil ailesinden bir dildir. Başlıca üç alt öbeğe ayrılır(15);
1-Doğu Sami öbeği(Akkadça, Babilce, Assurca)
2-Kuzeydeki Batı öbeği(Ugaritçe, Fenike dili, Moab dili, İbranice, Aramca)
3-Güneydeki Batı öbeği(Arapça, Etiyopya dili)
Sami dillerinden biri olan Akkad dili, I. Sargon(Akkad dilinda Şarrukin)zamanında Akdeniz'den Basra körfezine kadar uzanan bir alana yayıldı. Yaklaşık M. ö 2. binlerde Güney Mezopotamyanın konuşma dili olarak Sümer dilinin yerini aldı. Sümer dili ise dinsel edebiyatın yazı dili olarak kaldı. Akkad dili aynı tarihlerde Assur lehçesi ve Babil lehçesi olarak ikiye ayrıldı. Assur lehçesi Kuzey, Babil lehçesi ise Güney Mezopotamya'da konuşuluyordu. Önceleri Assur lehçesi daha yaygındı, ama sonradan Babil lehçesi onun yerini aldı ve M. Ö 9 yy'da yakındoğunun Lingua Franca(Ortak kullanılan dil)'sı haline geldi. M. Ö 7. ve 6. yüzyıllarda Arami dili yazı ve konuşma dili olarak giderek Babil dilinin yerini almaya başladı. Bu dönemden sonra Babil dili matematik, astroloji ve öbür bilim konularında yazı dili olarak kullanılmaya devam ettiysede M. Ö 1 yy'da tümüyle yok oldu. Bilginler Babil dilini ancak 19. yy'da yeniden çözdüler.
Akkad imparatorluğu çağında başlayan Mezopotamya kültürlerinin tarihi kabaca üç ana aşamadan oluşur.
1-Sümerlerin bıraktığı kültürel mirasın Samilerce özümlendiği çağ.
1Bu çağ 60'lı Sümer dizgesinin kullanıldığı çağdır.
2-Ara dönem.
1.Altmışlı birimler ile onlu birimler arasında bir orta yol oluşturan karışımlı bir dizgenin ortaya çıktığı çağdır.
3-Mezopotamya'da Sami egemenliği.
1.Onlu dizgenin kullanıldığı çağ.
Akkad dili, Sümer alfabesinden geliştirilmiş bir çivi yazısı alfebesi ile yazılıyordu. Bu alfabede 600 kadar sözcük ve hece işareti bulunuyordu. Dilin ses dizgesi 20 sessiz ve 8 sesliden(hem uzun, hem de kısa a, i, e ve u)Adların üç hali(yalın, -in hali ve-i hali)vardı. Tekil ve çoğul adlardan başka, çift varlıkları anlatan bir ad biçimi daha bulunuyordu. Adlar birde dişi ve erkek olarak farklılaşıyordu(Levha 4). Dişi adlar köke-t yada-at soneklerinin getirilmesiyle türetiliyordu. Geçmiş ve geniş-gelecek olmak üzere iki fiil zamanı vardı. Dil fonetiğinde gırtlaksıllar sayısı azdır, cümle sonunda Fiil-yüklem kabul edilmez, ancak cümle yapılarında önce özne sonra fiil gelir.
Akkadça; Arapça, İbranice, Aramice gibi bir Sami dil grubu dilidir. Konuşulan 3 diyalekti vardır;
1-Eski Akkadça
2-Babilce
3-Assurca
Babilce ve Assurca yazılmış herhangi birşey Akkadçaya eştir ve Akkadça olarak tanımlanır. Bu diyalektlerin herbiri çivi yazısının az farklı bir şekli olarak kullanılıyordu.
Akkadça kelimeler, temel olarak alınan 3 konsonant ve bir kök vokaline başka vokaller eklenmesi veya konsanantların çiftlenmesi ve sonra da bu kelimenin çatısına ön ve sonekler getirilmesiyle oluştururlar(Örn. sbt(kök vokali a)mastar hali, sabatum yakalamak, isabbat o yakalar, isbat o yakaladı, sabat yakala gibi veya prs ünsüzlerine sesli eklenmesi ile ve ön ek veya son ek eklemesi ile değiştirilir. Örneğin İprus-purus-iparrasuni gibi. Yani, aslında her sesin bir hece ile ifade edildiği çivi yazısı, Akkadçanın dil yapısına uygun değildir. Bu nedenle önemli ölçüde kelimelerin fonetik olarak ifade edilmesiyle birlikte, buna ek olarak Akkadlı katipler, Akkadça kelimeleri yazmak için, Sümerce logogramları da kullandılar. Örneğin Akkadça koyunlar anlamına gelen immeru kelimesini Sümerce şekliyle UDU MEŠ olarak yazdılar;ya da iki dili karıştırarak, Sümerce büyük anlamına gelen GAL kelimesinin sonuna Akkadçası olan rabu'nun sonunu ekleyerek bunu GAL-u şeklinde ifade etttiler. Ancak Assurologlar burada kelimelerin benzerliğinden çıkabilecek karışıklığı gidermek için Sümerceyi normal yazı veya büyük harflerle, Akkadçayı'da italik olarak yazdılar.
Çivi yazısı metinlerde iddia edildiğine göre Akkad dili Sümerce gibi aynı dört sesliyi kullanıyordu(a-e-i ve u), herhalde o seslisini Sümer etkisi altında kaybettiler. Yari sesli wve yye ek olarak şu ünsüzleri kullanıyorlardı(b-d-g-k-l-m-n-p-q-r-t-s-z-h-s-š-t)ve gırtlak stopu Sümer g'sı Akkadçada kullanılmıyor ama ghalini alıyor.
Semitik dillerin üç h sesi var(h-h, h). Arapçada üçü de var, İbranicede yanlızca h ve h'yi kullanıyor, Sümer etkisi altındaki Akkadça'da ise yanlızca h kullanılıyor fakat Sümercede kullanılmıyor. Böylece Sümer yazımı Akkadça yazmak için hiçbir zaman ideal olmamıştır. Ayraç işareti için yeni bir işaret icat edildi, bunun dışında birkaç farklı kullanım farklı zamanlarda ve farklı alanlarda problemleri çözmek için kullanıldı. b ve p, d, t ve t, ve g, k ve q arasındaki farklar hiçbir zaman devamlı olarak yazı düzeninde belirtilmemiştir. Tek bir kabul edilmiş çözüm bile uygulanmamış olması ilginçtir. İşte eski geleneğin gücü böylesine etkindir.
Sümer yazısını kabul edip, adepte ederek Akkadça konuşan yazıcılar buna başka değerler de eklediler. Çok seslilik, teksesliliğin bakışlarını artırdı. Sümer işareti ã elAkkadça rdu ele uygundur, bundan dolayıişaret id hecesi için kullanılıyordu. Geç 3. binden beri kullanılan kesin çivi yazısı işaretlerinin toplam sayısı 600 kadar ve olası değerler için sayısı herhalde çok daha yüksektir. Olası versiyonlar umulduğu kadar çok problem oluşturmadı, bununla beraber, yazıcı ve modern okuyucu için yaşamı daha kolay hale getirmek için verilen herhangi bir dönem ve verilen herhangi bir metin için daha azaltılmış bir işaret repertuarı kullanılmıştır. Birçok durumda da bir işaretin doğru okunumu, içerik ve evvelleri ile sonraki işaretler sayesinde açıklık kazanıyor.
Akadlılar Sümerlerin çizgesel dizgesini aldıklarında, yüzyıllar boyu süren bir değişime sokmuşlardır Sümer dilini. İlk resimler genellikle tanınmayacak durumdaydı ve imler yanlızca bir simge değerini taşıyordu. Bundan ötürü yazıda değişiklikler oluyor, daha büyük bir yalınlaşmaya doğru gidiyordu. . . Akadlılar büyük ölçüde resim-yazınsal olan, ama sescilik yoluna da girmiş hazır bir yazı buldular. Sesciliğe bu yöneliş Akadlılarda daha da belirgin bir hale geldi, ama yine de birtakım imlerin resim-yazımsal kullanımdan vazgeçmediler. Doğal olarak sescilliğe yönelmeleri, bükünlü ve esnek olan dillerinin resim yazının yaklaştırmaca oyununa Sümerlerin bitişmeli ve katı dilleri kadar elverişli olmamasındandı. Sümerler de sözcükleri betimleyen imlerin değerleri bir Akadlının kulağı için salt seslerden başka bir şey olmadığı içinde bunu daha özgürce yapıyorlardı.
Bir dilden ötekine uyarlama elbette birçok sorun yaratmıştır:Sümer malzemesi hem çok yoksul kalıyordu, hemde pratik olarak kullanılamayan değerlerle doluydu;üstelik iki dil tamamen sesçil açıdan önemli farklar gösteriyordu;birindeki kimi sesler ötekinde yoktu. Bu değişimin akışı ise bir örnek olmamıştır:az çok hızlı dönüşüm dönemlerini bir durgunluk, hatta eskiye doğru bir gerileme dönemi izlemiştir. Akadlıların iki budun topluluğu(Assurlular ile Babilliler)aralarındaki sayısız ilişkiye ve Babillerin baskın etkisine karşın, bu değişimi ayrı ayrı geçirmişlerdir.
Sümer kültürel mirasını en önemli kısmını özümleyen Akadlılar, çivi yazısına onu yavaş yavaş başlangıçta taşıdığı temel bellek eğitici özellikten kurtaran önemli bir değişim geçirterek, bu kültüre istenilen atılımı kazandırmayı bilmişlerdir. Sonunda bağımsız bir yazınsal geleneğin değişim geçirmiş çizgesel bir dizgesine kavuşan bir ilerlemedir bu.
Sümer hece sistemini benimseyen Akkadlar, kendi dillerine uygun yeni hece değerleri de oluşturarak, çok seslilik ve çok işaretlilik sistemlerini geliştirdiler. Örneğin Sümerce Šu elişareti Akkadça okunuşu qadu ile birlikte, šu'nun yanı sıra, qad, qathece değerlerini de yazıya kazandırmıştır.
M. ö 18 yy'da Sümerce konuşulan bir dil olarak kullanım dışına çıkıp yerini Akkadça almış olsa da, yazıcılar tarafından hem anıtsal yazıtlar oluşturmak için(gelenek anısına)yazının kurallı bir şekli olarak hem de Sümer kelime listeleri ve Edebi metinleri kopyalayıp yeniden yazmak için kullanmışlardır. İlk bin yılda yazıcılar kendi rahatlıkları için Sümer edebiyatını çoklukla kopya ediyorlardı. Her Sümer satırını Akkadça çevirisi ile takip ediyordu.
Kaynak : Çeşitli kaynaklardan yararlanılmıştır. Ancak, neticede akademiye sunulacak bir yazı hazırlamadığım için kaynakları belirtmeme de gerek yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder