İnaloğulları Beyliği



Diyarbakır’da bir asra yakın hüküm sürmüş olan Türk beyliği. Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra çıkan karışıklıklar sırasında Suriye Selçukluları Sultanı Tutuş, Diyarbekir’i ele geçirerek, Sultan Emir Tuğtegin’i vali tayin etti. Tuğtegin, Sultan Tutuş ile birlikte Berkyaruk’a karşı savaşırken, esir düştü. Bu sırada Tuğtegin’in yokluğundan faydalanan Türk beyleri, Diyarbekir bölgesini paylaştılar. Sadr adlı bir Türk beyi de, Diyarbakır’a hâkim oldu. Musul emîri Kürboğa’nın şehri ele geçirme teşebbüsünü başarıyla önleyen Sadr, kısa süre sonra öldü. Yerine, beyliğin kurucusu olarak kabul edilen Türkmen beylerinden İnal geçti. Emir İnal da az sonra ölünce, yerine oğlu İbrahim geçti.


Emîr İbrahim, Suriye Selçukluları Dımaşk kolunun sultanı Dukak’a tâbi oldu. 1098 senesinde, Haçlıların elindeki Antakya’yı geri almak için harekete geçen Musul Emîri Kürboğa idaresindeki Selçuklu ordusunda, İnaloğulları da yer aldı. Türkiye Selçukluları Sultanı Birinci Kılıç Arslan, 1105 senesinde Meyyâfârikîn’e gelince, Emîr İbrahim, tâbiiyetini bildirdi ve Sultan’la beraber, Musul Seferine katıldı. Birinci Kılıç Arslan, bu seferde ölünce, İnaloğulları kısa bir süre bir yere tâbi olmadılar. Ahlat Emîri Sökmen el-Kutbî’nin, 1108 senesinde Meyyâfârıkîn’i ele geçirmesiyle Diyarbekir bölgesi emîrlerinin yanında İbrahim de ona bağlandı. İnaloğlu İbrahim, 1109 senesinde ölünce, yerine oğlu Sa’düddevle Ebû Mansûr İl-Aldı geçti. İl-Aldı, 1115’te Cur Nehrinin doğusundaki, Meyyâfârıkîn’e bağlı kırk köyü ele geçirdi. 1124 senesinde, Diyarbakır’da faaliyetleri artan bozuk itikad sahibi İsmailîleri ortadan kaldırdı. Böylece, İsmailîlerin bozuk itikadı, bu bölgede yayılma imkânı bulamadı.
Emîr Zengî, 1127 senesinde Musul’da, Aksungur’un yerine geçtikten sonra, topraklarını genişletmek istiyordu. Mardin Artuklu Emîri Timurtaş ile İl-Aldı birleşerek, Emîr Zengî’ye karşı koymaya çalıştılar. Fakat başarı sağlayamadılar. Emîr Zengî, Sercî’yi zaptetti. Bir müddet sonra Timurtaş, Zengî ile birleşerek, eski müttefiki İl-Aldı’nın hâkim olduğu Diyarbakır şehrini kuşattı. Bunun üzerine İl-Aldı, Harput Artuklu Emîri Davud’dan yardım istedi. Emîr Davud, yardım için Diyarbakır’a gelince, 1134 senesinde, şehir önlerinde, iki ordu karşılaştı. İl-Aldı ve Davud yenilerek kaleye çekildiler. Zengî ile Timurtaş, muhasaraya devam ettilerse de, kuvvetli surlara sahip olan şehri ele geçiremediler. Emîr İl-Aldı, 1142 senesinde vefat etti.
Emîr İl-Aldı’nın ölümünden sonra, veziri Nisanoğlu Müeyyeddin ile çocukları, beyliğin idaresini ele aldılar. Vezir Müeyyeddin, İl-Aldı’nın oğlu Cemâleddin Şemsülmülûk Mahmud’u, emîrlik makamına geçirdi. 1144 senesinde, Atabeg Zengî, yeniden Diyarbekir bölgesine girerek İnaloğullarına ait Ergani, Hâlar, Tulhum ve Çermik gibi kale ve kasabaları zaptetti.
İnaloğullarının merkezi Diyarbakır, 1160 yılından itibaren Artuklular’ın tehdidi altına girdi. 1163 senesinde, Artukluların, Şemseddin Sevinç kumandasında gönderdiği ordu, Diyarbakır’ı kuşattı. İki tarafın da mancınık gibi muhasara aletleri kullandığı bu kuşatma, dört ay sürdü. Şehrin düşeceğini anlayan Emîr Mahmud ve vezîri Ebü’l-Kâsım Ali, Danişmendli Yağıbasan’dan yardım istediler. Yardım isteğini kabul eden Yağıbasan, Artuklu Emîri Kara Arslan’ın damadı olmasına rağmen, onun topraklarına girdi ve bazı şehirlere taarruz etti. Kara Arslan, Diyarbakır kuşatmasını kaldırmak zorunda kaldı. Ertesi sene Kara Arslan, Diyarbakır’ı tekrar kuşattı ise de, başarılı olamadı ve geri çekildi. Diyarbakır kadısı Nasiheddin, 1165 senesinde Hısnkeyfa’ya giderek, Kara Arslan ile İnaloğulları arasında bir anlaşma sağlamaya muvaffak oldu. 1179 senesinde Vezir Ebü’l-Kâsım Ali ölünce, yerine Mesud geçti.
Hısnkeyfâ Artuklu emirliğinin başına, Fahreddîn Kara Arslan’ın ölümünden sonra Nureddin Muhammed geçerek Selahaddin Eyyûbî’ye tâbi oldu. Nûreddin’in tek isteği, Diyarbakır şehrine sahip olmaktı. Sultan Selahaddin de, Diyarbakır’ı alınca, ona vereceğini vaad etti. Nitekim, 1183 senesinde, Selahaddin Eyyûbî kuvvetleri ile gelerek, şehri kuşattı ve uzun muharebelerden sonra, Nisan ayının yirmi dokuzunda Diyarbakır’a girdi. Selahaddin Eyyûbî, şehrin idaresini Nureddin’e verdi. Çok yaşlanmış olan İnaloğlu Mahmud’a hürmet ederek, maaş bağladı. Diyarbakır şehri, Artukoğullarına verildi. İnaloğulları beyliği de son buldu.
İnaloğulları zamanında Diyarbakır, iktisadî ve kültürel bakımdan çok ilerledi. Şehirde önemli imar faaliyetlerinde bulunuldu. İl-Aldı zamanında yanan Ulu Cami, tekrar inşa edildi. İnaloğulları zamanında Diyarbakır’da dokuma sanayii çok gelişti. Bilhassa, halı, kumaş ve çadır bezleri îmâl ediliyordu. 1122 senesinde, Diyarbakır’a bağlı Zülkarneyn ve Ergani kaleleri civarında bakır madeni bulunmuş ve işletilmiştir.


ÇİN KÜLTÜRÜNDE EJDERHA EFSANELERİNİN YERİ

ÇİN KÜLTÜRÜNDE EJDERHA EFSANELERİNİN YERİ
Ejderhalar birçok eski kültürün mitolojisinde yer alır, ancak dünyanın başka hiçbir yerinde bu yaratık Çin'deki kadar saygı görmemiştir. Orada, diğer belirgin dünya mitolojilerinin aksine, ejderha neredeyse her zaman olumlu bir açıdan görüldü ve özellikle hayat veren yağmurlar ve su kaynakları ile ilişkilendirildi. En uğurlu yıl işareti olarak kabul edilen, imparatorların cübbelerine takılan, altın takılardan yeşim heykelciklere kadar en değerli malzemelerle betimlenen, edebiyatta ve sahne sanatlarında sayısız referansı bulunan ejderha, antik Çin'in her yerindeydi ve bugün de Çin ruhunda o kadar büyük görünüyor.
Kaynak :World History sitesi ilgili makale

Diyarbakır Surları

DİYARBAKIR SURLARI
5,5 kilometre uzunluğu ile dünyanın en eski surlarından olan Diyarbakır surlarının günümüzdeki hâli, 349 yılında Roma İmparatoru II. Constantinious tarafından yaptırılmıştır.
 

 
Duvar yüksekliği 10 -12 metre, genişliği ise 3-5 metre arasında değişen surlar, 80’den fazla burç ile desteklenmiştir. Burçların üzerinde güneş ve yıldız sembolleri ve çeşitli hayvan kabartmaları bulunmaktadır.
 
Diyarbakır surlarının dört ana kapısı 19. yüzyılın başına kadar hep güneşin doğuşu ile açılır ve batışı ile kapanırmış. Günümüze kadar birçok onarımdan geçen ve çok kez el değiştiren surların üzerinde, başta Selçuklu dönemine ait olmak üzere, farklı dönemlere ait kitabeler ve kabartmalar bulunmaktadır.
Kaynak: Kültür Bakanlığı web sitesi

Diyarbakır da söylendiğine göre:
Cumhuriyet döneminde bir tarihin kıymetini bilmez vali tarafından surların bir kısmı şehrin rüzgar almamasına sebep oluyor diye yıktırılmıştır. O dönem orda olan yabancı bir tarihçinin Ankara'da girişimleri sonucu surlar tamamen yok olmaktan kurtarılmıştır. 
Aşağıdaki çizim bahsedilen yıkımdan önceki hali gösteriyor.

İkinci Öğretim Programları Kapatıldı

Devlet üniversitelerinde ikinci öğretim programları kapatıldı. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Erol Özvar, devlet üniversitelerindeki ikinci öğretim programlarının kapatıldığını açıkladı.

Yükseköğretim Kurulu Başkanı Erol Özvar, 259. Üniversitelerarası Kurul Toplantısı’nda açıklamalarda bulundu.

Devlet üniversitelerindeki 2’inci öğretim programlarının kapatıldığını açıklayan Özvar, "Bir taraftan istihdam odaklı yeni programlarla üniversitelerimize ilave kontenjanlar verilirken, diğer taraftan da mimarlık, eczacılık, psikoloji, beslenme-diyetetik ve temel bilimlere özgü bazı programlardaki eğitim-öğretim kalitesini yükseltmek amacıyla piyasa beklentilerinin üzerinde mezuniyete yol açan kontenjanlarda ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda yeni düzenlemeler yapılmış. Öğretim elemanları sayısı, derslik ve benzeri kapasite dikkate alınarak düşürülme yoluna gidilmiştir." dedi.
Kaynak:
https://ilkha.com/egitim/devlet-universitelerinde-ikinci-ogretim-programlari-kapatildi-403992

OSMANLILAR GEOMETRİ BİLMEZ MİYDİ?

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

OSMANLILAR GEOMETRİ BİLMEZ MİYDİ?

Fransız mühendis Baron de Tott, Osmanlı medrese hocalarına bir üçgenin açılarının toplamını sorar. Birinden “Üçgenine göre değişir” cevabını alır. Mal bulmuş mağribi gibi bu cevaba yapışır.

16 Temmuz 2019 Salı

16.07.2019

Fransız mühendis Baron de Tott, Osmanlı medrese hocalarına bir üçgenin açılarının toplamını sorar. Birinden “Üçgenine göre değişir” cevabını alır. Mal bulmuş mağribi gibi bu cevaba yapışır.

Osmanlı tarihine meraklı olup da Baron de Tott ismini duymayan yoktur. Aslen bir Macar asilzâdesi olan François de Tott (1775-1793), Sultan III. Mustafa devrinde askerî ıslahat programı çerçevesinde Fransa’dan gelmiş bir topçu mühendisi idi. Devrin İstanbul’daki Fransız sefiri olan eniştesi ile beraber 1755’de İstanbul’a geldi.

Burada 8 sene kaldı. Levanten bir ailenin kızıyla evlendi. Biraz Türkçe öğrenerek sefaret tercümanlığı yaptı. Sonra memleketine döndü. 1767’de Kırım Hanı nezdinde vazife yaptı. Burada iken Osmanlı Rus Harbi koptu. 1770’de Çeşme’de Osmanlı donanmasının yakılması üzerine tekrar Osmanlı ülkesine geldi. Çanakkale Boğazı’nın tahkimatında çalıştı.

Sultan III. Mustafa’nın açtığı ve modern usulde tedrisat yapan Mühendishane’de, (yani şimdiki İstanbul Teknik Üniversitesi’nde) geometri hocalığı yaptı. Tophane’yi ıslah ile ağır toplar yerine beygirlerle çekilebilen hafif toplar döktürülmesine yardımcı oldu. Osmanlı birlikleri Ruslara mağlup olup 1774’de Küçük Kaynarca Muahedesi imzalanınca, Baron memleketine çağrıldı. Fransız ihtilalinden sonra İsviçre’ye kaçtı; ardından da anavatanı Macaristan’a yerleşti. Burada vefat etti.


Türkiye Hatıraları

Baron de Tott’un bu zaman zarfında gördüklerini anlattığı Türkiye ve Kırım Hatıraları kitabı, tarihçiler için değerli bir kaynak olarak görüldüğü kadar; burada geçen bazı ifadeler klasik Osmanlı zihniyetini tenkit için bazılarına malzeme teşkil etmiştir. Mesela Baron, İbrahim Müteferrika’nın kurduğu matbaanın hor görüldüğünü ve kısa zamanda kapandığını söyler.

Halbuki 1781-1786 seneleri arasında İstanbul'da bulunan İtalyan rahip Giambattista Toderini (1728-1799), 1787 senesinde Osmanlı literatürü hakkında 3 ciltlik Letteratura Turchesca isimli eseri neşretmiştir. Burada Osmanlı matbaacılığına uzun bir bölüm ayırmıştır. Burada Baron’un iddialarının yanlış olduğunu ispatlar. Matbaa, harp ve başsızlık dolayısıyla bir müddet kapalı kalmış, fakat ilk fırsatta yine faaliyete başlamıştır.

Niyazi Berkes’e göre, asıl işi, Fransa tarafından işgal edildiği takdirde Süveyş dolaylarında lâzım gelecek topografik bilgileri toplamak olan Baron, İstanbul’da yıllar yılı kalmasına rağmen Türkçeyi doğru dürüst öğrenmemiş; buna rağmen Türklerin ne kadar cahil, sersem, ahlâksız, şeref ve haysiyet hislerinden mahrum olduğunu rahatça iddia edebilmiştir. Beraber yaşadığı kişileri hakir gören, hâdiseleri mübalağa eden, icabında yalan söylemekten kaçınmayan ve tarihî hatalar yapan biridir. (The Development of Secularism)


Üçgenine göre değişir

Rivayet odur ki, mühendishane kurulurken, zamanın hendese (geometri) hocalarının buna karşı çıkacaklarını farzederek padişahla gizlice anlaşır. Hocaları bir imtihana tâbi tutar. Gerisi şöyle: “Mühendislere bir üçgenin üç açısının toplamının değerini sordum. Suali tekrar ettirdiler. Bir müddet düşündükten sonra içlerinde en cüretli olanı ‘Üçgenine göre değişir’ cevabını verdi. Böyle saçma cevap vereceğini bilseydim hiç sormazdım.”

Baron’un bu ifadeleri, bazı kesimlerce hiç sorgulanmadan kabul edilmiştir. Halbuki bir üçgenin üç açısının toplamının 180 derece olduğunu Öklid’den beri, yani 14 asırdır mektep talebeleri bile bilir. Peki Osmanlı mühendisleri bu kadar mı câhildi? Tarih boyunca Ebu’l-Vefa ve Nâsırüddin Tûsî başta olmak üzere, içlerinde Osmanlıların da bulunduğu bilginler, üçgenin iç açıları toplamının 180 derece olması keyfiyetinin, müsellesât-ı küreviyyede, yani kürevî üçgenlerde de cari olup olmadığını münakaşa edegelmiştir. Nitekim aynı yıllarda Mühendishane’de hocalık yapan Gelenbevî, üçgenlere dair eserinde mevzuyu enine boyuna ele almıştır. Yani bir küredeki açıların toplamı, içbükey veya dışbükey olmasına göre farklıdır.

Anlatılan diyalog doğru ise, Osmanlı mühendislerinin kibirli Fransız’a verdiği cevap olsa olsa, “Bu kadar basit bir şey de bize sorulur mu? Adam herhalde kürevî üçgenlerden bahsediyor” fikriyle verilmiş olabilir. Daha da garibi, o zamanki ulemanın Baron’a verdiği cevabın doğru olduğu, kürevî geometri (spherical geometry) çerçevesinde sabittir. Bu yeni geometride bir üçgenin iç açılarının toplamı sabit bir sayı olmayıp üçgenine göre değişir.

 Şimdi Osmanlı mühendisinin cevabına mı gülmeli? Öklid geometrisine göre sadece düzlemsel geometriyi bilip, kürevî geometriden haberdar olmayan Baron’un cahilliğine mi? Asırlar sonra hâlâ Baron’a inananlara mı?
Prof.Dr.Ekrem Buğra Ekinci
Alıntıdır

El-Aziz Harput Kültürü ve ELAZIĞ’IN UNUTULMAZ SÖZLERİ

 ELAZIĞ’IN UNUTULMAZ SÖZLERİ 

DEYİMLER VE TABİRLERDEN ÖRNEKLER


Aç gezip guyruğu tik gezmek: Kimseye minnet etmemek

Ağzı acıh ayran delisi: Aklı başında olmayan aptal

Ali gıran baş kesen: Kabadayı

Aşuh atmak: Kumar oynarcasına bir işe girişmek

Bahar mayısı gibi sıvaşmak: Yakasını bırakmamak

Bal eski petekte: Tecrübe önemlidir

Beli burhu gırılmak: Çok yorulmak

Ci deyip gaşmah: Ziyaret edilen yerde çok kısa kalmak

Cin çali, çingen oyni: Bir kalabalıkta kimin ne yaptığı belli değil

Daha ne nenni ne ciş: Henüz daha ortada hiç bir şey yok

Durup durup duz kavurmah: Aynı şeyleri tekrar etmek

Enükken gulagını mı kesmişim: Onu yeterince tanımıyorum

Eşşeğin böyüğü ahurda: İşin önemli bölümü geride

Fıstik atıp gezmek: Yiyip içip eğlenmek, keyfi yerinde olmak

Gaşına gaşına gahtı ocah başına: Layık olmadığı yere yükseldi

Gıçı gırıh it gibi dolaşmah: Bir işe yaramamak

Gursağı geniş: Hakaret ve rezalete ses

Yılan Kalesi

Yılan Kalesi - Adana

Toros Dağları’nı aşarak Antakya’ya giden tarihi İpek Yolu üzerinde yer alan Yılan Kalesi, Orta Çağ’da Çukurova'nın Haçlı işgali döneminde Bizanslılar tarafından yapılmıştır. Anavarza, Tumlu ve Kozan Kaleleri gibi ovadaki diğer kaleleri de görüş alanının içine alan kalenin sekiz yuvarlak burcu vardır. Kalenin güneyinde yer alan nizamiye kapısından itibaren taş basamaklı merdivenlerle teraslara çıkılmaktadır. Kilise ve sarnıcı bulunan kalenin garnizonu en üst bölümde yer almıştır. Sarp kayalar üzerine yapılmış olan kalenin önemli bir sanat değeri vardır.
 
 
Yılan Kale Efsanesi
 
Rivayetlere göre mitolojik bir hayvan olan Şahmeran, bu kalede yaşamıştır. Nitekim Seyahatname’ de de kale içinde çok sayıda, hatta sürüler halinde yılanların olduğundan, yılan ısırmasından helak olan kişilerden ve boynuzlu, ensesi tüylü bir yılanın varlığından söz edilir. Bir başka rivayete göre ise kalenin içi sütle beslenen yılanlarla doludur. Sütle beslenen bu yılanlar, günün birinde sütsüz kalacak ve kaleden çıkıp Misis’e inerek orada yaşayan insanları sokarak öldürecekmiş.
 
Eski adı Govara (Kovara) olan kaleye, yörede Şahmeran efsanesinin geçtiği yer olarak kabul edilmesinden dolayı, ünlü Türk gezgini Evliya Çelebi 17'nci yüzyılda Şahmeran Kalesi adını vermiştir. Daha sonra Yılan Kale adını alan bu yapı, son derece zeki biçimde tasarlanan ve yerleştirilen sağlam surları, burçları, kale meydanına üç kapıdan sonra ulaşılabilmesi ve kapıları birbirine bağlayan portatif merdivenleri ile fethedilmesi zor bir kale olmuştur.
 
Atilla Andırın
 
Yapı üzerinde Bizans, Haçlı ve Ermeni onarımlarına ait duvar kalıntıları göze çarpmaktadır. Ermeni onarımları pervaz, pencere ve kapı üstü tonozlarında kendini gösterir. Bu onarımları belgeleyen bir Ermeni yazıtı da yapı üzerinde mevcuttur.
Kaynak: Kültür Bakanlığı

Siyez Buğdayı Tarihi


Siyez: 
Buğdayın Babası...

Hititler döneminde   buğdayın atası Siyez (emmer), ilk olarak Karacadağ eteklerinde yetişmeye başladı.

Siyez neden bu kadar önemli idi? 

Siyez ilk evcilleşen buğdaydır. Vahşi buğdayın daneleri küçük ve çok sert olduğu için öğütülüp un haline getirilip kullanılamıyordu. Siyez  ilk defa öğütülmüş verimli bir şekilde gıda maddesi olarak kullanılmış buğday türüdür.

 

 Urfa Karacadağ eteklerindeki Göbeklitepe’ de bulunan şu ana kadar yapılan kazılarda yabani buğday türü olarak (en ilkel 2n14 kromozomlu) siyez buğdayı taneleri bulunmuştur. 

Siyez buğdayının yetiştirme yöntemleri İnsanlığın ilk yapısı olmuş ibadethanelerinden biri olan Göbeklitepe’ den Balkanlar’a ve Doğu Avrupa’ya hızla yayıldı.

• 12 000 yıl önce siyez buğdayını işlemeyi keşfeden atalarımızın İlk ekmeği de siyez ekmeği oldu.

• Atalarımızdan yadigar, en saf ve sağlıklı buğday olarak günümüze ulaştı.

• Günümüzde siyez buğdayı yıllardır Kastamonu topraklarında ekimi aralıksız yapılarak adaptasyonunu sağlamıştır.

• Coğrafi işaretini almıştır ve geniş alanlarda ekimi yapılarak ekim ve tüketimi yaygınlaştırılmaya devam edilmektedir.

Seçmeli Tarih ( Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi) 2.Dönem 2.Yazılı 2.Senaryo

  TÜRKLERDE  EĞİTİM VE BİLİM  Ünitesi

Tanzimat Öncesi Osmanlı Devleti’ndeki Eğitim ve Bilim   2 Soru

Tanzimat Sonrası Osmanlı Eğitim Sistemi       2 Soru

Cumhuriyet Dönemi’nde Eğitim ve Bilim Alanındaki Gelişmeler  2 Soru

TÜRKLERDE SANAT Ünitesi

İlk Türk Devletlerinde Yaşam Biçiminin Sanata Etkisi  1 Soru

Osmanlı Sanatının Özgün Özellikleri    1 Soru

Cumhuriyet Dönemi Sanat Anlayışı      2 Soru




Seçmeli Tarih ( Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi) 2.Dönem 2.Yazılı 1.Senaryo

 TÜRKLERDE  EĞİTİM VE BİLİM  Ünitesi

Tanzimat Öncesi Osmanlı Devleti’ndeki Eğitim ve Bilim   1 Soru

Tanzimat Sonrası Osmanlı Eğitim Sistemi       1 Soru

Cumhuriyet Dönemi’nde Eğitim ve Bilim Alanındaki Gelişmeler  1 Soru

TÜRKLERDE SANAT Ünitesi

İlk Türk Devletlerinde Yaşam Biçiminin Sanata Etkisi  1 Soru

İslamiyet’in İlk Türk İslam Devletlerinde Sanata Etkisi  1 Soru

Osmanlı Sanatının Özgün Özellikleri    1 Soru

Cumhuriyet Dönemi Sanat Anlayışı      1 Soru

Kültürel Mirasın Korunması                  1 Soru

TÜRKLERDE SPOR Ünitesi

İlk Türk Devletlerinde Spor Faaliyetleri   1 Soru


T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi 2.Dönem 2.Yazılı 2.Senaryo

 T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi 2.Dönem 2.Yazılı 2.Senaryo

 İKİ SAVAŞ ARASINDAKİ DÖNEMDE TÜRKİYE VE DÜNYA Ünitesi

İKİ DÜNYA SAVAŞI ARASINDAKİ DÖNEMDE DÜNYADA MEYDANA GELEN SİYASİ VE EKONOMİK GELİŞMELER      1  Soru

II. DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE TÜRKİYE   2 Soru

II. DÜNYA SAVAŞI’NIN SONUÇLARI  1 Soru

II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE 1 Soru

II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI OLUŞAN GÜÇ DENGELERİ VE TÜRKİYE  1 Soru

1950’LERDE TÜRKİYE   1 Soru

TOPLUMSAL DEVRİM ÇAĞINDA DÜNYA VE TÜRKİYE Ünitesi

1960 SONRASI DÜNYADA YAŞANAN SİYASİ GELİŞMELER  1 Soru

1960 SONRASINDA TÜRK DIŞ POLİTİKASI  1 Soru

TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ, EKONOMİK, SOSYO-KÜLTÜREL HAYAT  1 Soru

T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi 2.Dönem 2.Yazılı 1.Senaryo

T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi 2.Dönem 2.Yazılı 1.Senaryo

 İKİ SAVAŞ ARASINDAKİ DÖNEMDE TÜRKİYE VE DÜNYA Ünitesi

İKİ DÜNYA SAVAŞI ARASINDAKİ DÖNEMDE DÜNYADA MEYDANA GELEN SİYASİ VE EKONOMİK GELİŞMELER 1  Soru

II. DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE TÜRKİYE   1 Soru

II. DÜNYA SAVAŞI’NIN SONUÇLARI  1 Soru

II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE 1 Soru

II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI OLUŞAN GÜÇ DENGELERİ VE TÜRKİYE  2 Soru

1950’LERDE TÜRKİYE   1 Soru

TOPLUMSAL DEVRİM ÇAĞINDA DÜNYA VE TÜRKİYE Ünitesi

1960 SONRASI DÜNYADA YAŞANAN SİYASİ GELİŞMELER  1 Soru

1960 SONRASINDA TÜRK DIŞ POLİTİKASI  1 Soru

TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ, EKONOMİK, SOSYO-KÜLTÜREL HAYAT  1 Soru

Tarih 11 2.Dönem 2.Yazılı 2.Senaryo

  DEVRİMLER ÇAĞINDA DEĞİŞEN DEVLET-TOPLUM İLİŞKİLERİ Ünitesi

İHTİLALLER ÇAĞI    1 Soru

SÖMÜRGECİLİĞİN KÜRESEL ETKİLERİ  1 Soru

OSMANLI DEVLETİ’NDE MODERN ORDUYA GEÇİŞ  1 Soru

XIX. YÜZYILDA SOSYAL HAYATTAKİ DEĞİŞİMLER  1 Soru

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE DENGE STRATEJİSİ (1774-1914) Ünitesi

OSMANLI DEVLETİ’NE YÖNELİK TEHDİTLER  2 Soru

OSMANLI DEVLETİ’NDE DEMOKRATİKLEŞME HAREKETLERİ 3 Soru

OSMANLI DEVLETİ’NDE DARBELER  1 Soru