İHL İslam Kültür ve Medeniyeti Ders Notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İHL İslam Kültür ve Medeniyeti Ders Notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2019 Salı

İslam Medeniyetinin Beşiği Olan Şehirler 2

Kudüs

Bulunduğu bölge Kur’an’da “mukaddes toprak”, “iyi, güzel bir yer” olarak nitelenmiştir.29 Müslümanların ilk kıblesidir. Mirac mucizesinin mühim bir noktasıdır.Yeryüzünde ziyaret edilebilecek üç mescitten biri olan Mescid-i Aksa burada yer almaktadır. Tevhid inancının temsilcisi olan peygamberlerin mirası, Müslümanların şehridir.
 Kudüs, yeryüzünde üç semavi din tarafından kutsal kabul edilmiştir. Bu dinlere ait mahalleler ve ibadethaneler burada iç içe geçmiş biçimde yer alır.
 17. yüzyılda her yönden güvenli hale getirilen şehirde, çoğunluğu oluşturan Müslümanlardan başka Yahudi, Frenk, Rum, Ermeni, Maruni, Gürcü, Kıpti, Habeş ve Keldaniler gibi etnik unsurlar barış içinde yaşamaktaydı.30 İslam coğrafyasının farklı ülkelerinden gelip şehre yerleşen âlimler, inşa edilen medreseler ve kütüphaneler sayesinde Kudüs ilmi faaliyetlerin üst seviyeye çıktığı bir şehir haline gelmişti.
Kudüs, İslam hakimiyetleri ve bunlar içinde özellikle Osmanlı döneminde zirvesine ulaşmışken , Babil,Roma ve İskender  dönemlerinde yıkıma uğramıştır.Şehirdeki bir arada yaşama bilinci, Osmanlının Kudüs’ten çekilmesiyle ortadan kalkmıştır. 
Bağdat
“Medinetüsselam”, “Kubbetülislâm” ve “Darulhilafe” gibi isimleriyle meşhur olmuştur. Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur şehri kurarken alimler ve devlet adamları arasından, fazilet, adalet, fıkhî yeterlilik, emanet ve hesap işlerinde temayüz etmiş kişilerden bir kurul oluşturarak, inşaat faaliyetinin bu heyet gözetiminde yürütülmesini istemiştir. Bağdat şehir plancılığı açısından önemli bir örnektir. İlk olarak cami, saray ve çarşının inşa edildiği Bağdat, şehir merkezinin her tarafa eşit uzaklıkta olması ve kolayca kontrol edilip korunması için daire şeklinde planlanmıştır.
Şehrin zengin çarşılarında dünyanın her tarafından gelen ürünler satılmakta, Semerkant, Merv, Buhara, Belh ve Harizm’den gelen tüccarlar şehrin büyümesine katkı yapmaktaydı. Sarayları muhteşem dekorasyonlarla süslenmişti. Her iki yüz hane için bir hamam inşa edilmişti.
 Bağdat’ı önemli kılan özelliklerinin başında, ilim ve eğitim faaliyetleri gelir. Halifeler, vezirler ve diğer üst düzey görevlilerin eğitim ve öğretime gereken ilgiyi göstermesi çok sayıda ilim adamı ve mütercimi Bağdat’a çekmiştir.
Bağdat’ın sanat dünyasında da önemli bir yeri vardır. Başlangıçta saray yapımında İran ve Bizans mimarisi etkili olmuşsa da daha sonra özgün ve ihtişamlı eserler ortaya konmuştur. Bizans imparatoru Teophilos Bağdat’taki Darüşşecere Sarayını aynen taklit ederek kendine saray yaptırmıştır.
İslam medeniyetinin bu ihtişamlı şehri, tarihi boyunca ağır bedeller ödemiştir. Özellikle Moğolların 1258’deki saldırıları, yalnızca şehrin tahrip olmasına değil kütüphanelerin, kitapların ve âlimlerin yok edilmesiyle İslam medeniyetinin gerilemesine de neden olmuştur. Bağdat, Batılıların yaptığı saldırılar yüzünden İslam medeniyetine ait son birikimlerini de büyük ölçüde kaybetmiştir.



Kahire
 Mısır, Hz. Ömer’in hilafeti sırasında fethedilmiş, bölgede Müslümanların hakimiyetini kuvvetlendirmek amacıyla bir garnizon şehri olarak Fustat kurulmuştur. Fustat, İslam şehirlerinin tipik bir örneğidir. Caminin yanında emirin evi inşa edilmiş mahalleler caminin çevresinde konumlandırılmıştır. 10. yüzyıldan itibaren “düşmanlarını kahreden ezip geçen” anlamında Kahire olarak isimlendirilmiştir. Kahire, kısa süre içinde bir ticaret merkezi ve limanı haline gelmiş, burada dünyanın en uzak memleketlerinden gelen malların satıldığı zengin çarşılar kurulmuştur. Bağdat Moğol istilasına maruz kalınca, Abbasilerin hilafet merkezi Kahire’ye intikal etmiş ve Kahire doğu İslam âleminin dini merkezi haline gelmiştir.
Tarihte birçok şehir zamanla eski etkinliklerini kaybetmelerine  rağmen Kahire halen etkinliğini ve ruhunu genel anlamda sürdürmektedir.

Kurtuba

Avrupa’nın batı ucunda yer alan Kurtuba, Müslümanların Vandalisiya(Endülüs) dedikleri İspanya’da Fenikeliler tarafından kurulmuştur. Ünlü Latin şairi Martialis şiirlerinde bu şehri övmüş, Avrupalılar “dünyanın mücevheri”, Araplar da “Endülüs’ün gururu” demişlerdir. Kurtuba Endülüs Emevileri’nin başşehri, İslam medeniyetin en büyük merkezlerinden biri olmuştur.
İslam medeniyetinin Batıdaki temsilcisi şehirlerden biri olan Kurtuba, Müslümanların hakimiyetinde çeşitli ilim dallarında ; özellikle edebiyatta çok sayıda renkli sima yetiiştirmiştir. Şiir antolojisiyle Doğu’da ve Batı ‘ da bir klasik haline gelen İbn Abdürabbih, ilk dönem alim- filozofu İbn Meserre, Batı Avrupa’daki ilk ciddi karşılaştırmalı dinler tarihi kitabının sahibi olan İbn Hazm, Hay b. Yakzan’ın yazarı İbn Tufeyl ve Spinoza’ya ilham veren Yahudi filozof-tabip İbn Meymun, ünlü filozof-alim İbn Rüşd, kıraat alimi Dani, tarihçi, fıkıh ve hadis alimi İbn Beşküval ile muhaddis-müfessir Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi bunlar arasındadır. Yahudi bilgin ve entellektüeller burda tam bir özgürlük ortamında  faaliyet göstermişlerdir.

İstanbul ve Osmanlı şehri: 

Roma İmparatoru Konstantin tarafından 4. yüzyılda kurulan İstanbul(Konstantinopolis), dönemin başkenti, dini, kültürel ve ticari merkezi olmuştur. Bin yıl boyunca onunla rekabet edebilecek bir şehir ortaya çıkmamıştır. İstanbul’u gezmek, görmek bir imtiyaz sayılmış, seyyahlar, bu muhteşem şehrin güzelliklerini, mimari eserlerini, çarşılarını eserlerinde detaylı şekilde anlatmıştır. II. Mehmet tarafından fethedilen İstanbul, Osmanlılara harap bir şekilde intikal etmiştir. Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı camiye çevirerek İstanbul’un İslam şehri olması yolunda ilk adımı atmıştır. Sonrasında, önemli bir şehircilik mirasına sahip olan Osmanlılar, kurdukları binlerce vakıf aracılığıyla İstanbul’u bütünüyle bir İslam şehrine dönüştürmüştür. İstanbul, en ihtişamlı günlerini Osmanlı Devleti zamanında yaşamıştır. Bursa, Edirne, Halep, Kudüs, Bağdat gibi İslam şehirlerinin toplamını ifade eden İstanbul, Osmanlı şehrinin en mümtaz modeli olmuştur.  
Osmanlı Şehrinin Özellikleri
1.Osmanlı şehri sürekli değişime açıktır.
2.Şehrin oluşumunda ve teşkilatlanmasında en belirleyici unsur vakıflardır.
3. “Osmanlı evi”, tabiatla uyum içinde olacak şekilde konumlandırlmıştır. Osmanlının kendine özgü sanat ve estetik anlayışının eseri olan evi; bahçesi, sokakla ilişkisi, cumbası, dolapları, tavanı ve kaplamasıyla tam bir bütünlük içindeydi. Ev inşa edilirken komşunun mahremiyeti ihlal edilmez, manzarası yahut ışığı kesilmezdi. Baheçeye dikiline çiçekler sokağı da süsleyecek şekilde duvarlardan taşardı.Misafir ağırlanabilecek şekilde ev yapılır, israftan ise kaçınılırdı.
4.Çıkmaz sokaklar, şehrin bir başka belirleyici özelliğidir.

Günümüzde Şehir

Avrupa’daki ilmi, fikri ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olan Sanayi Devrimi, şehirlerin fiziki ve sosyal yapılarında, kültüründe ve insan ilişkilerinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Batı medeniyetinin dönüm noktalarından biri olan bu olayla birlikte, kamu binaları, iş merkezleri, sanayi tesisleri, cadde ve meydanlar, müzeler, sinema ve tiyatrolar şehirlerin yeni yüzü haline gelmiştir.
Günümüz şehrinde, insana, çevreye ve tabiata uyumu dikkate alan geleneksel mimari yaklaşımlar terk edilmiş, onun yerini tüketim ekonomisine dayanan ve sadece işlevsel olmayı hedefleyen bir yapılaşma türü almıştır. Barınma ihtiyacını gidermek amacıyla kurulan yapay şehirlerde, sosyal ilişkileri zayıf bir şehirli tipi ortaya çıkmıştır.
. Şehirlerin tasarlanmasında Batı’nın örnek alınması, İslam şehirlerinin Batı’nın kaba kopyaları olarak gelişmesi, mimari ve sanatta İslami üslup ve tekniklerin terk edilmesi, şehirli sayılmak için Batı tarzı bir hayatın ölçü alınması gibi tercihler ve davranışlar şehirlerdeki değişimin hayatın her safhasında yaşandığını göstermektedir.
  Cami, şehrin merkezi olmaktan çıkmış, onun yerini modern şehrin yeni sembolleri olan büyük gökdelenler, eğlence ve alışveriş merkezleri almıştır. Medeniyetimizin köklü eserlerini barındıran İslam şehri turistik bir nesneye dönüşmüştür.
Günümüzde, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi şehirlerde yaşayan çok sayıda insan barınma imkânından yoksundur. Dünyanın gelişmiş ülkelerindeki metropollerde alınan sıkı kanuni tedbirlere rağmen şiddet önlenememekte, evlerde ve sokaklarda güvenlik sağlanamamaktadır..

1 Mayıs 2019 Çarşamba

İslam Medeniyetinin Beşiği Olan Şehirler 1

Mekke’de doğan, Medine'de devlet haline gelen İslamiyet, fetihler, göçler, alimler ve tüccarlar eliyle kısa sürede Uzak Doğu’dan Atlas Okyanusu’na, Avrupa’nın içlerinden Afrika’nın güneyine kadar geniş bir alana yayılmıştır.
İslam coğrafyasında yer alan; Mekke, Medine, Kudüs, Kûfe, Kahire, Şam, Halep, Bağdat, Kurtuba, San’a, Marakeş, Tunus, Fas, Kayravan,Tlemsen, Timbuktu, Semerkant, Buhara, Belh, Herat, Kazan, Musul, Bursa, İstanbul, Saraybosna, Isfahan, Yezd, Şiraz, Kabil, Lahor, Delhi, Agra ve daha birçok şehirde İslam medeniyetini temsil eden seçkin ürünler ortaya konmuştur.
Medeniyetimizde Mekke, Medine, Kudüs, Kurtuba ve İstanbul birçok özellikleri nedeniyle ayrıcalıklı bir yere sahiptir
Mekke
Dağların arasındaki susuz bir vadide kurulmuş, zemzem ile hayat bulmuş, Kabe ile şehre dönüşmüştür. Kur’an’da ‘şehirlerin anası’ olarak nitelenmesi yeryüzünde kurulan ilk şehir olduğunu göstermektedir.
Özellikleri:
1. Allah’a (c.c.) kulluk maksadıyla inşa edilmiş ilk mabet olan Kabe burada yer alır.
2. İslamiyet burada doğmuştur.
3. İslam dünyasında ilmi faaliyetlerin gerçekleştiği ilk merkezlerden biridir.
4.Günün her vaktinde her iklimdeki Müslümanların namaza durduklarında, kalpleri ve yüzleriyle yöneldikleri kıbleleridir.
5.Hac farizası sayesinde dünya Müslümanlarının yılda bir kez toplanıp meselelerini müzakere etme imkânı bulabileceği  ortak mekândır.
6.Harem kılınarak Allah (c.c.) tarafından koruma altına alınmıştır.
Medine
En önemli özelliği Nebi’nin şehri olmasıdır. Kapılarını, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) savaşsız açmasından dolayı Kur’an’la fethedilmiş şehir kabul edilir. Haremeyn’den olması yönüyle Mekke ile kardeştir. Birbirini tamamlayan bu iki şehir İslam medeniyetine kaynaklık etmiştir.
1. İslam ve dünya tarihinin değişmesinde bir dönüm noktası olan Hicretin yurdudur.
2.Çarşısı, yönetim birimleri bizzat ,Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından kurulmuştur.
3.İslam Devleti’nin ilk başkentidir.
4.Ensar ve Muhacir, İslam akidesi gereği burada kardeş kılınmıştır.
5.Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından şehirdeki kabileler arasındaki ihtilaflar giderilmiş, Müslümanlara mahsus bir hayatın ve medeni toplumun temelleri bu şehirde atılmıştır.
6.Hz. Peygamber(sav) tarafından harem yapılmış, gayrimüslimlerin şehirde ikametine izin verilmemiştir.
7.İslam medeniyetinin mutluluk ve en iyi yaşanma zamanları olan saadet asırları (Asr-ı Saadet) bu şehirde yaşanmıştır.
8. İslami ilimlerin doğup geliştiği ve ilmi ekollerin oluştuğu bir şehirdir.
9.Şehir hangi  Müslüman devletin elinde olursa olsun yöneticiler, Mescid-i Nebi’nin genişletilmesi ve bakımının yanında, mescit, medrese, tekke, zaviye, sebil, imaret ve vakıflar kurmak suretiyle şehirdeki Müslümanların ihtiyaçlarını gidermişlerdir.
10.Şehre gösterilen özen ve şehrin kutsallığı burayı, İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanların yerleşmek istedikleri bir çekim merkezini heline getirmiştir.
DEVAM EDECEK

23 Nisan 2019 Salı

Şehrin Düzeni ve Fiziki Unsurları

Her şehrin bir “medinetüsselam” olması amaçlanır. Canlı-cansız tüm varlıkların
hayat hakkı ve var oluş hikmeti göz önünde bulundurulur.
İslam şehrinin yönetiminde yöneticinin anlayışlı, dünyalıklara göz dikmeyen, zevk ve eğlenceye düşkün olmayan, sorumluluk ve takva sahibi kimseler olmasına dikkat edilmiştir.
Yöneticilerle halk aynı mahalleyi ve sokağı paylaşır. Müslümanlar ve gayri müslimler din, mezhep ve geleneklerini kendilerine  sunulan güven ve adalet ortamında rahatça sürdürme imkânına sahiptir.
Mahallelerin ve camilerin birbirine olan uzaklığı, ezan sesinin ulaştığı mesafeye göre belirlenmiştir. 
İslam şehrinde hayatın akışını ibadetlerin yapılma süreçleri düzenler. Günlük işler sabah ve akşam namazı vakitleri arasında bitirilir. 
İslam şehrinin mimari yapılanmasında mütevazılık esastır.
Müslümanların şehircilik anlayışının temel unsurları:
a.Dini merkez: Mabet İslam şehrinin merkezi, adeta kalbi durumundadır.
Camiler, mimari olarak şehre İslami görünüm kazandıran, şehrin kimliğini belirleyen, şehre İslam’ın
mührünü vuran eserlerdir. Örnek: Edirne Selimiye  Camii.  Cami, minare ve ezanıyla İslam şehirlerinin en belirgin unsuru  ve Müslümanların bölgedeki ortak mülkü niteliğindedir.
b.Yönetim merkezi: Peygamberimiz , Mescid-i Nebi'yi aynı zamanda yönetim merkezi olarak kullanmıştır. İdari yapılar mimari ve estetik yönden camilere göre daha mütevazıdır.
c.Ekonomik merkez/çarşı/pazar:  Hz.Peygamber, çarşıyı hemen mescidin yanına inşa ettirmiştir. Bütün İslam şehirleri de bu modeli uygulamıştır.
d.Mahalle: Her dini grup ayrı bir mahallede kendi ibadethaneleri etrafında yerleşmişlerdir.
e.Hamam: Temizliğe verilen önemden dolayı hamamlarda başlıca yapılardan olmuştur.Mesela,  İslam medeniyetinin parladığı şehirlerden  olan (Endülüs)Kurtuba’da da yüzlerce hamam vardı.
f.Mezarlık: Mezarlıklar şehirlerin içinde yer almış.Ölüm gerçeği hayattan dışlanarak yok sayılmaya çalışılmamıştır.Bu şehirde ölüm bir yok oluş değil, yeni bir hayata geçişin kapısıdır.
g.Yol: İslam şehrinde bütün yollar camiiye çıkar. 

Şehir ve Özellikleri

Şehrin birbirinden farklı iş, meslek, yapı ve insan çeşitliliğine sahip olduğu, neredeyse yirmi dört saat
hiç uyumayan bir insan gibidir.
Hareketlilik şehirlerin temel özelliklerinden biridir. Şehir ile şehirliler arasında sürekli bir etkileşim hali söz konusudur.
Şehrin diğer özelliği, kendi sakinleriyle  birlikte farklı bölgelerden gelenlerin yerleştiği bir mekan olmasıdır. Şehrin nüfus yapısı ve diğer özellikleri, şehirlilerin birbirlerine tahammül etmesini gerektirir.
Şehirlerin diğer özelliği kendilerine özgü bir ruhunun olmasıdır. Bu özelliği tam olarak İslam şehirlerinde görmek mümkündür. Mabet, mektep, mahalle, sokak, ev, konuşulan dil, müzik, şiir, yeme-içme ve giyim-kuşam bu ruhtan izler taşır.
Şehrin sakinlerinin şehrin kimliğini oluşturan inanç ve ideallere uygun davranması, şehrin kültüründen ve refahından yararlanması, şehri tanır hale gelmesi, şehri sahiplenmesi ve yaşadığı şehre değer  katacak bilince ulaşmasıyla şehirli kimliği ortaya çıkmış olur.
Müslümanlar kendi hayat anlayışları doğrultusunda yeni şehirler kurmuşlar veya daha önceden
kurulmuş olan bazı şehirleri yeniden planlamışlardır. Örnek: Bağdat ve Kahire.
İslamiyetle birlikte şehircilik alanındaki ilk düzenlemeler Resul-i Ekrem (s.a.v.) tarafından hicretten
sonra kendisine nispetle “Medinetü’n-Nebi” adını alan Yesrib’de yapılmıştır. Bu süreçte İslam şehri
modeli ortaya çıkmıştır. Cuma Namazları, bayram namazları ve medreseler şehirleşmeyi getirmiştir.
Hz.Peygamber (Sav) döneminde yaptığı şehircilik faaliyetleri:
A.Mescidi Nebi'yi inşa etmiştir.
B.Suffe Mektebi'ni kurmuştur.
C.Yolların genişliğini belirlemiştir.
D.Kenar Mahalleler şehirle bütünleştirilmiştir.
E.Cennetülbaki Mezarlığını kurmuştur.
3D MEDİNE
İslam şehirlerinde  medeniyetin hızla gelişmesi 7-11. yüzyıllar arasında gerçekleşmiş, bu dönem şehircilik tarihinde “İslam   dönemi” olarak isimlendirilmiştir.

16 Nisan 2019 Salı

Şehir ve Medeniyet İlişkisi

Şehir medeniyetin doğduğu yer olup şehir ve şehirli olmadan medeniyet olmaz. 
İbni Haldun'a göre  “kişi önce zaruri ihtiyaçlarını karşılar. Ondan sonra hayatta mükemmelliği arar ve medeniyete doğru yürür. Değerli giyim ve kuşama kavuştuktan sonra bolluk ve refah içine dalar. Kendi seçimiyle şehirliliğin kayıtlarına razı olur”.
Şehrin imkanları daha geniş olduğu için sanat, edebiyat, mimari, bilim, musiki ve zanaat gibi faaliyetleri icra etmek isteyenler burada daha fazla destek ve çalışma imkânı bulur. Ortaya çıkan nitelikli ürünlerin toplum tarafından anlaşılıp takdir edilmesiyle şehir, medeniyetin inkişaf ettiği zemin haline gelir.
Peygamberler, şehirlere  gönderilmiş.Zira bozulma genelde şehirlerde olmuştur.
Toplumda çürüme ve yozlaşma genellikle belirli bir gelişim aşamasına tekabül eden şehir hayatında baş göstermektedir. “Kur’an, toplumun yozlaşması sürecinde, özellikle toplumun ileri gelen kesimlerinin önemli bir rol oynadığına dikkat çekmektedir. Artan refahtan büyük payı alan kesimler, servet ve iktidarın kendilerine verdiği güç nedeniyle hem kendileri sapmış hem de toplumu saptırmışlardır. Dolayısıyla peygamberler, ahlakın ve toplumun ıslahını köyden değil şehirden başlatmışlardır. Bu açıdan bakılınca şehir; bozulma, çürüme ve sapmayı, köy ise dinginliği, saflığı ve alçak gönüllülüğü temsil etmektedir.
İslamiyetin şehir karşısında iki bakışı vardır:  Eğer şehir Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Medinesi gibi toplumu belirli idealler etrafında örgütlüyor ve diğerlerine örnek kılıyorsa olumlu bir misyon yüklenmiştir. Diğer yönden şehir, yerleşik düzenin sağladığı imkânlar dolayısıyla küstahlık, kibir, gösteriş ve Allah’a (c.c.) başkaldırının merkezi haline gelebilir.
 Şehri inşa eden, medeniyeti de inşa eder. Şehrin mekânları bu değerler doğrultusunda şekillenir. Bu nedenle bir şehri tanımak için, sahip olduğu medeniyet birikimine bakmak gerekir. Antik dönem şehirlerinden Roma ve Atina; Hristiyanlara ait şehirlerden Paris ve Viyana ve Müslümanlara ait şehirlerden Mekke, Medine ve İstanbul ait oldukları inanç dairesinin medeniyetini temsil eden merkezleridir.

Şehirleşmenin Tarihçesi

İslam hukuk kaynaklarında şehir daha çok siyasi ve hukuki bir yaklaşımla tanımlanmıştır. El-Maverdi şehri “idari ve cezai kaideleri yürüten bir idarecinin, kazai hükümleri yerine getiren bir hakimin bulunduğu yer olarak”4 tarif etmiştir. Benzer biçimde Molla Hüsrev de şehri “Mısr”(şehir) öyle bir mekandır ki; orada hadleri icra eden ve kanunları yürüten bir emir ve kadı bulunur”şeklinde tanımlamıştır.
İlk şehirlerin kurulması ve şehirleşmenin başlaması, coğrafi ve kültürel olarak Doğu diye adlandırılan Anadolu, Mezopotamya, Hindistan ve Mısır coğrafyalarında yer alan ırmak boyları, deniz kıyıları ve önemli kara geçitlerinde gerçekleşmiştir.
  Köylerdeki tarım faaliyetlerinin zenginlik üreten bir düzeye çıkmasıyla artan ürünün depolanması, korunması, satılması ve değerlendirilmesi gibi sorunlar, köy şartlarında kurulamayacak yeni bir örgütlenme biçimini gerektirmiş, bu süreçte köyden ileri merkezi bir idari yapı olan şehir ortaya çıkmıştır.
Birçok şehir, askeri, ekonomik ve siyasi nedenlere bağlı olarak kurulmuştur. Ülke sınırlarını koruma ihtiyacı garnizon şehirlerin(Abbasiler zamanındaki avasım şehirleri), ekonomik amaçlar ise sanayi şehirlerinin ve kıyılarda liman şehirlerinin (Eski Mısır ve Sümer şehirleri örneklerinde olduğu gibi) kurulmasına yol açmıştır. Bir bölgenin savaş, salgın hastalıklar, depremler nedeniyle harap olması ve terk edilmesi gibi çeşitli stratejik gerekçeler de yeni şehirlerin ortaya çıkmasına ortam hazırlamıştır.
Şehir tarihi çalışmalarıyla bilinen Lewis Mumford şehirlerin kurulmasında din unsurunun belirgin bir öğe olduğunu belirtmektedir. Kâbe’nin inşa edilip Mekke şehrinin onun etrafında gelişmesi, İlk Çağ şehirlerinde tapınağın, Orta Çağ hristiyan şehirlerinde kiliselerin şehrin merkezinde yer alması, insanların hayatını doğrudan yönlendiren dinlerin şehirlerin kurulup gelişmesindeki yerini açıklamaktadır. 
İnsanlar için önemli olarak görülen ne ise onun etrafında şehirleşme oluşmuştur. Örneğin, Sanayi Devriminden sonra şehirlerin kurulmasında ekonomi tek belirleyici etken haline gelmiştir. Günümüzde şehirler; coğrafi olarak kıyı şehri, ekonomik olarak ticaret şehri, finans şehri, kültürel olarak sanat şehri, tarihi olarak antik şehir, orta çağ şehri veya gökdelenler şehri, teknoloji şehri, turizm şehri gibi özelliklerine göre de tasnif edilebilmektedir

6 Mart 2019 Çarşamba

İlmi Araştırmalar ve Te’lif Faaliyetleri

İslamiyet’in ilk devrinden itibaren, ilmi çalışmalarda tedrici(aşamalı)  bir sistemleşme ile ilim merkezlerinin ve ilim kurumlarının ortaya çıkışı birlikte gerçekleşmiştir. Müslümanlar, varlık ve bilgi nazariyeleri(teorileri) ile geliştirdikleri “kozmoloji” sayesinde ilmin, çok boyutlu olarak insanlığa faydalı ve gerçek  hayata uyarlanabilir olmasına özen gösterdiler. İslam kültür ve medeniyetinde ilim, duyularla anlaşılabilen ahlaki yönünün yanı sıra, tarihi ve psikolojik boyutu ile gözlem ve tecrübeye dayanan yönleri bakımından ele alınarak insanı robotlaştırmayan, köleleştirmeyen, aksine gerçek özgürlüğe ulaşmasını  sağlayan bir niteliğe ulaştırılmıştır
Abbasi halifeleriyle birlikte başlayan İslam kültür ve medeniyetinde derinleşen ilmi çalışmalar döneminde  zamanının en muhteşem kenti Bağdat, entelektüel ve ilmi faaliyetlerin en önemli üssüne dönüşmüştü.  Beytü’l-Hikme, o dönemde ilmi faaliyetlerin merkezi olma konumuyla, gerek kütüphanesindeki  tercüme faaliyetlerinin hızı, gerekse El-Me’mun döneminde başlayan ilmi tartışmaların katkısı ile ilim   adamlarının yoğun mesaisine sahne oldu.
Felsefe bu dönemde bilimlerin bilimi olarak kabul edilmiş.Özellikle El-Kindi’den itibarenyetişen filozoflar, Farabi, İbn-i Sina, Gazzali ve İbn-i Rüşt’ün yaptıkları çalışmalar ve ortaya koydukları eserler, ilmi seviyenin geldiği noktayı göstermektedir.
Matematikte Hint rakamlarının yaygın olarak kullanılışının ve günümüzün dispanser eczacılığı olarak bilinen kimyasal eczacılığın ilk kaşifleri Arap ulemasıdır.Kimyacı Cahiz,Matematikçi Harizmi,Ebu'l Kasım Zehravi cerrahi tıpta,Zehravi diş ve göz hastalıklarında Coğrafyacı ve seyyahlar Müslim b. Humayr (ö.845), Cafer b. Ahmed (ö.912), İbn Havkal (ö.976) ve El-Biruni ile tarihçiler İbn Haldun, Hemedani, Mesudi, Taberi, İbni  Esir yüksek ilmi seviyede eserler ortaya koymuşlardır.
İslam kültür ve medeniyetinde ilimlerin disipline edilişi ve standartlaşması büyük ölçüde sağlanmıştır.  Bunların başında ilk kez ilmü’l-heyet veya ilmü’l-felek diye anılan astronomi ile ululumu’r-riyaziyye (matematiksel bilimler) gelir. İlmü’l-heyet (astronomi), İlm-ü ahkâm en-nucūm (yıldızlardan hüküm çıkarma  bilimi veya sanatı) diye anılan astrolojiden ayırt edilmiştir.
İlme izafe edilen her bilginin değerini bilen Müslüman ilim öncüleri, elde ettikleri bilgileri,
etik temeller üzerine inşa etme sorumluluğundan hareketle eserlerini, “Allah-u a’lem” (en doğrusunu
Allah (c.c.) bilir) ifadesiyle tamamlamışlardır. Bu ilmi adabın getirdiği; bilginin kaynağının belirtilmesi ile münazara ve tenkit metodolojisi, deney ve gözleme dayalı araştırmacılık anlayışını ortaya çıkarmıştır.
Günümüz dünyasının sahip olduğu bilimsel birikimde
Müslümanların ilmi çalışmalarının hem aktarıcı, hem de oluşturucu rolü, bilimler tarihçisi Prof. Dr. Fuat  Sezgin’in eser ve çalışmalarında geniş şekilde ele alınmıştır

Tercüme Hareketleri

Müslümanlar; Şam, Halep,Antakya ve İskenderiye ,Harran ve Cündîşâpûr  gibi bilim merkezi olan şehirlerin halklarıyla iyi ilişkiler geliştirerek onların ilmive teknik seviyelerinden yararlanmasını bildiler. Halife Hz. Ömer döneminde İslam topraklarına katılan Cündîşâpûr’da kütüphane,
tercüme evi, rasathanesi bulunan Hintli ve Yunanlı doktorların görev yaptığı bir tıp okulu mevcuttu. Abbasiler bunlara ve diğer bilim ve teknoloji merkezlerindeki ilim insanlarına gerekli imkânları verdiler. Böylece  bilim ve teknoloji bakımından seviyenin hızla  yükselmesini sağladı. Emeviler Dönemi’nde başlayan tercüme hareketleri, Abbasiler Dönemi’nde hızla  devam ederek büyük bir birikim oluşturmuştur. 
Halife Me’mun’un Bağdat’ta 832 yılında kurduğu “Beytü’l-Hikme” adlı ilim merkezi tam bir inceleme araştırma kütüphanesi ve tercüme merkezi olarak faaliyet göstermiştir. Süryanice, Farsça, Hintçe ve Yunanca başta olmak üzere çeşitli dillerden çevrilen eserler sayesinde tıp, riyaziyat (matematik), hendese (geometri), astronomi, fizik, kimya, biyoloji, tarih, coğrafya ve felsefe gibi bir çok bilimde dünyanın o güne kadar sahip olduğu hafızanın neredeyse tümü İslam dünyasına aktarılmıştır. Tercüme edilen bilgiler yeniden değerlendirilmiş hayata ve güncele uygulanmasında başarı sağlanmıştır.Böylece 8-12. yüzyıllar arasında bilim ve teknolojide zirveye çıkılmıştır.
Avrupa'daki Rönesans,İslam Dünyasında Akdeniz dünyası üzerinden Anadolu, “Kuzey
Afrika- Sicilya-İtalya” ve “Kuzey Afrika-Endülüs”  güzergahından gerçekleşen transferle mümkün olmuştur. Dolayısıyla medeniyetler arasındaki bilgi aktarımı, İslam kültür ve medeniyetinde ortaya çıkan bilimsel metodoloji sayesinde tüm insanlığın ortak mirasına  dönüşmüş olmaktadır.