Dersimiz Tarih: İslam Kültür ve Medeniyeti Ders Anlatımı
İslam Kültür ve Medeniyeti Ders Anlatımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İslam Kültür ve Medeniyeti Ders Anlatımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2019 Salı

İslam Medeniyetinin Beşiği Olan Şehirler 2

Kudüs

Bulunduğu bölge Kur’an’da “mukaddes toprak”, “iyi, güzel bir yer” olarak nitelenmiştir.29 Müslümanların ilk kıblesidir. Mirac mucizesinin mühim bir noktasıdır.Yeryüzünde ziyaret edilebilecek üç mescitten biri olan Mescid-i Aksa burada yer almaktadır. Tevhid inancının temsilcisi olan peygamberlerin mirası, Müslümanların şehridir.
 Kudüs, yeryüzünde üç semavi din tarafından kutsal kabul edilmiştir. Bu dinlere ait mahalleler ve ibadethaneler burada iç içe geçmiş biçimde yer alır.
 17. yüzyılda her yönden güvenli hale getirilen şehirde, çoğunluğu oluşturan Müslümanlardan başka Yahudi, Frenk, Rum, Ermeni, Maruni, Gürcü, Kıpti, Habeş ve Keldaniler gibi etnik unsurlar barış içinde yaşamaktaydı.30 İslam coğrafyasının farklı ülkelerinden gelip şehre yerleşen âlimler, inşa edilen medreseler ve kütüphaneler sayesinde Kudüs ilmi faaliyetlerin üst seviyeye çıktığı bir şehir haline gelmişti.
Kudüs, İslam hakimiyetleri ve bunlar içinde özellikle Osmanlı döneminde zirvesine ulaşmışken , Babil,Roma ve İskender  dönemlerinde yıkıma uğramıştır.Şehirdeki bir arada yaşama bilinci, Osmanlının Kudüs’ten çekilmesiyle ortadan kalkmıştır. 
Bağdat
“Medinetüsselam”, “Kubbetülislâm” ve “Darulhilafe” gibi isimleriyle meşhur olmuştur. Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur şehri kurarken alimler ve devlet adamları arasından, fazilet, adalet, fıkhî yeterlilik, emanet ve hesap işlerinde temayüz etmiş kişilerden bir kurul oluşturarak, inşaat faaliyetinin bu heyet gözetiminde yürütülmesini istemiştir. Bağdat şehir plancılığı açısından önemli bir örnektir. İlk olarak cami, saray ve çarşının inşa edildiği Bağdat, şehir merkezinin her tarafa eşit uzaklıkta olması ve kolayca kontrol edilip korunması için daire şeklinde planlanmıştır.
Şehrin zengin çarşılarında dünyanın her tarafından gelen ürünler satılmakta, Semerkant, Merv, Buhara, Belh ve Harizm’den gelen tüccarlar şehrin büyümesine katkı yapmaktaydı. Sarayları muhteşem dekorasyonlarla süslenmişti. Her iki yüz hane için bir hamam inşa edilmişti.
 Bağdat’ı önemli kılan özelliklerinin başında, ilim ve eğitim faaliyetleri gelir. Halifeler, vezirler ve diğer üst düzey görevlilerin eğitim ve öğretime gereken ilgiyi göstermesi çok sayıda ilim adamı ve mütercimi Bağdat’a çekmiştir.
Bağdat’ın sanat dünyasında da önemli bir yeri vardır. Başlangıçta saray yapımında İran ve Bizans mimarisi etkili olmuşsa da daha sonra özgün ve ihtişamlı eserler ortaya konmuştur. Bizans imparatoru Teophilos Bağdat’taki Darüşşecere Sarayını aynen taklit ederek kendine saray yaptırmıştır.
İslam medeniyetinin bu ihtişamlı şehri, tarihi boyunca ağır bedeller ödemiştir. Özellikle Moğolların 1258’deki saldırıları, yalnızca şehrin tahrip olmasına değil kütüphanelerin, kitapların ve âlimlerin yok edilmesiyle İslam medeniyetinin gerilemesine de neden olmuştur. Bağdat, Batılıların yaptığı saldırılar yüzünden İslam medeniyetine ait son birikimlerini de büyük ölçüde kaybetmiştir.



Kahire
 Mısır, Hz. Ömer’in hilafeti sırasında fethedilmiş, bölgede Müslümanların hakimiyetini kuvvetlendirmek amacıyla bir garnizon şehri olarak Fustat kurulmuştur. Fustat, İslam şehirlerinin tipik bir örneğidir. Caminin yanında emirin evi inşa edilmiş mahalleler caminin çevresinde konumlandırılmıştır. 10. yüzyıldan itibaren “düşmanlarını kahreden ezip geçen” anlamında Kahire olarak isimlendirilmiştir. Kahire, kısa süre içinde bir ticaret merkezi ve limanı haline gelmiş, burada dünyanın en uzak memleketlerinden gelen malların satıldığı zengin çarşılar kurulmuştur. Bağdat Moğol istilasına maruz kalınca, Abbasilerin hilafet merkezi Kahire’ye intikal etmiş ve Kahire doğu İslam âleminin dini merkezi haline gelmiştir.
Tarihte birçok şehir zamanla eski etkinliklerini kaybetmelerine  rağmen Kahire halen etkinliğini ve ruhunu genel anlamda sürdürmektedir.

Kurtuba

Avrupa’nın batı ucunda yer alan Kurtuba, Müslümanların Vandalisiya(Endülüs) dedikleri İspanya’da Fenikeliler tarafından kurulmuştur. Ünlü Latin şairi Martialis şiirlerinde bu şehri övmüş, Avrupalılar “dünyanın mücevheri”, Araplar da “Endülüs’ün gururu” demişlerdir. Kurtuba Endülüs Emevileri’nin başşehri, İslam medeniyetin en büyük merkezlerinden biri olmuştur.
İslam medeniyetinin Batıdaki temsilcisi şehirlerden biri olan Kurtuba, Müslümanların hakimiyetinde çeşitli ilim dallarında ; özellikle edebiyatta çok sayıda renkli sima yetiiştirmiştir. Şiir antolojisiyle Doğu’da ve Batı ‘ da bir klasik haline gelen İbn Abdürabbih, ilk dönem alim- filozofu İbn Meserre, Batı Avrupa’daki ilk ciddi karşılaştırmalı dinler tarihi kitabının sahibi olan İbn Hazm, Hay b. Yakzan’ın yazarı İbn Tufeyl ve Spinoza’ya ilham veren Yahudi filozof-tabip İbn Meymun, ünlü filozof-alim İbn Rüşd, kıraat alimi Dani, tarihçi, fıkıh ve hadis alimi İbn Beşküval ile muhaddis-müfessir Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi bunlar arasındadır. Yahudi bilgin ve entellektüeller burda tam bir özgürlük ortamında  faaliyet göstermişlerdir.

İstanbul ve Osmanlı şehri: 

Roma İmparatoru Konstantin tarafından 4. yüzyılda kurulan İstanbul(Konstantinopolis), dönemin başkenti, dini, kültürel ve ticari merkezi olmuştur. Bin yıl boyunca onunla rekabet edebilecek bir şehir ortaya çıkmamıştır. İstanbul’u gezmek, görmek bir imtiyaz sayılmış, seyyahlar, bu muhteşem şehrin güzelliklerini, mimari eserlerini, çarşılarını eserlerinde detaylı şekilde anlatmıştır. II. Mehmet tarafından fethedilen İstanbul, Osmanlılara harap bir şekilde intikal etmiştir. Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı camiye çevirerek İstanbul’un İslam şehri olması yolunda ilk adımı atmıştır. Sonrasında, önemli bir şehircilik mirasına sahip olan Osmanlılar, kurdukları binlerce vakıf aracılığıyla İstanbul’u bütünüyle bir İslam şehrine dönüştürmüştür. İstanbul, en ihtişamlı günlerini Osmanlı Devleti zamanında yaşamıştır. Bursa, Edirne, Halep, Kudüs, Bağdat gibi İslam şehirlerinin toplamını ifade eden İstanbul, Osmanlı şehrinin en mümtaz modeli olmuştur.  
Osmanlı Şehrinin Özellikleri
1.Osmanlı şehri sürekli değişime açıktır.
2.Şehrin oluşumunda ve teşkilatlanmasında en belirleyici unsur vakıflardır.
3. “Osmanlı evi”, tabiatla uyum içinde olacak şekilde konumlandırlmıştır. Osmanlının kendine özgü sanat ve estetik anlayışının eseri olan evi; bahçesi, sokakla ilişkisi, cumbası, dolapları, tavanı ve kaplamasıyla tam bir bütünlük içindeydi. Ev inşa edilirken komşunun mahremiyeti ihlal edilmez, manzarası yahut ışığı kesilmezdi. Baheçeye dikiline çiçekler sokağı da süsleyecek şekilde duvarlardan taşardı.Misafir ağırlanabilecek şekilde ev yapılır, israftan ise kaçınılırdı.
4.Çıkmaz sokaklar, şehrin bir başka belirleyici özelliğidir.

Günümüzde Şehir

Avrupa’daki ilmi, fikri ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olan Sanayi Devrimi, şehirlerin fiziki ve sosyal yapılarında, kültüründe ve insan ilişkilerinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Batı medeniyetinin dönüm noktalarından biri olan bu olayla birlikte, kamu binaları, iş merkezleri, sanayi tesisleri, cadde ve meydanlar, müzeler, sinema ve tiyatrolar şehirlerin yeni yüzü haline gelmiştir.
Günümüz şehrinde, insana, çevreye ve tabiata uyumu dikkate alan geleneksel mimari yaklaşımlar terk edilmiş, onun yerini tüketim ekonomisine dayanan ve sadece işlevsel olmayı hedefleyen bir yapılaşma türü almıştır. Barınma ihtiyacını gidermek amacıyla kurulan yapay şehirlerde, sosyal ilişkileri zayıf bir şehirli tipi ortaya çıkmıştır.
. Şehirlerin tasarlanmasında Batı’nın örnek alınması, İslam şehirlerinin Batı’nın kaba kopyaları olarak gelişmesi, mimari ve sanatta İslami üslup ve tekniklerin terk edilmesi, şehirli sayılmak için Batı tarzı bir hayatın ölçü alınması gibi tercihler ve davranışlar şehirlerdeki değişimin hayatın her safhasında yaşandığını göstermektedir.
  Cami, şehrin merkezi olmaktan çıkmış, onun yerini modern şehrin yeni sembolleri olan büyük gökdelenler, eğlence ve alışveriş merkezleri almıştır. Medeniyetimizin köklü eserlerini barındıran İslam şehri turistik bir nesneye dönüşmüştür.
Günümüzde, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi şehirlerde yaşayan çok sayıda insan barınma imkânından yoksundur. Dünyanın gelişmiş ülkelerindeki metropollerde alınan sıkı kanuni tedbirlere rağmen şiddet önlenememekte, evlerde ve sokaklarda güvenlik sağlanamamaktadır..

12 Şubat 2019 Salı

İlmi Hayatın Gelişimi ve Dünyadaki Etkileri

1. Kur’an-ı Kerim’in Cem ve Çoğaltılması
Kur’an’ın sözlük anlamı “okuma, ezberden okuma, bir şeyi yüklenme”dir.
Kur'an-ı Kerim'in indirildiği  yerdeki toplum olan cahiliye Arap toplumunda edebîyat söz sanatları oldukça ileri seviyedeydi. Bu ortamda indirilen Kur’an-ı Kerim, mesajı mevcut söz sanatlarının tüm inceliklerini içinde barındırır şekilde indirilmiştir. Bu özellik metnin hafızada tutulması yoluyla muhafazasını da kolaylaştırmıştır
Hz. Muhammed (s.a.v.) de ilk vahyin inişinden, son vahye kadar Kur’an’ın tüm bölümlerini, 23 yıl boyunca sahabeden seçilen özel görevlilere (42 adet vahiy katibi) kaydettirmişti.
Her yıl Ramazan ayında o ana kadar inmiş olan tüm bölümleri Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Cebrail’e ezberinden okuyor, bu esnada sahabiler de ellerindeki kopyaları onun okuyuşuyla karşılaştırıyorlardı.
Peygamberimiz (s.a.v.) hayatının son yıllarında aynı zamanda iyi bir hafız olan vahiy kâtibi Zeyd b. Sabit’i (ra.) Kur’an metinlerinin yazım ve tasnifiyle görevlendirmişti. Halife Hz. Ebubekir (r.a.) de Zeyd b. Sabit’ten (ra.) her bir bölümün ikişer nüshasının karşılaştırmalı kontrolünü yaparak “Mushaf” adıyla toplamasını istedi. Zira “Kurra” ve “Hameletu’l-Kur’an” adı verilen hafızların savaşlarda şehit olması ve tahrifat endişesi gibi sebepler tek bir yazılı metnin hazırlanması zaruretini doğurmuştu.Böylece Kur'an-ı Kerim, Mushaf yani iki kapak arasındaki yazılı kitap şekline getirilmiş oldu. Bu ilk nüsha, Hz. Ebu Bekir'den sonra Hz.Ömer'e ondan da kızı Hz.Hafsa'ya emanet olarak geçti. Hz.Hafsa onu korudu.Hz.Osman döneminde yeni müslüman olan yerlerde çeşitli ağızlar ortaya çıkması , yeniden Kur'an-ı Kerim'in tahrif edilebileceği endişesini  ortaya çıkardı. Hz.Osman , bunun üzerine Hz. Hafsa'daki Kur'an-ı Kerim'i getirtti ve çoğaltarak önemli İslam merkezlerine gönderdi.

Kur'an ve Sünnette İlim

  İlim, hem cehalet hem de zan kavramlarının zıddı olarak hayata dair yol gösterici birikim elde etme üzerine temellendirilmiştir. Kur’an’a göre Allah (c.c.) görünen ve görünmeyen herşeyin bilgisine sahiptir. 
    İslamiyet bir ilim dini, onun meydana getirdiği medeniyet de her şeyden önce bir ilim medeniyeti olarak şekillenmiştir. Varlıkların olduğu gibi bilginin de engin bir deniz olarak yegâne sahibinin ve kaynağının Allah (c.c.) olduğu gerçeği, Kur’an’da birçok kez vurgulanmaktadır.
         Yunus suresi 5. ayette “O, güneşi bir ışık (kaynağı),ayı da (geceleyin) bir aydınlık kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, ayetlerini bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.” buyurmaktadır
      Kesinliğe ulaşmamış bir bilgi,İslam dininde değerli ve geçerli değildir. Nitekim,Yunus suresi 36. ayette : “Zan ise şüphesiz ki Hak karşısında hiçbir şey ifade etmez.” buyurur Cenab-ı Hak.
       Peygamber (s.a.v.) ve Kur’an’ın ilk muhatapları, okuma ve yazma başta olmak üzere tüm ilmi faaliyetin yaygınlaşması için önemli çaba harcamışlardır. 
    Delil ve gerekçe:Hz. Peygamber (s.a.v.) “ilim öğrenmek, her Müslümana farzdır.”
   [ Kaynak:İbn Mace, Mukaddime, 17. ] buyurmuştur. Zira imanın uygulaması olan ibadetlerin yerine getirilmesi için de coğrafya, astronomi, matematik gibi temel ilimlere ihtiyaç vardır
     Uygulama:Bedir Savaşı’nda esir alınan Mekkeli müşriklerin on Müslümana okuma-yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakma kararı.