Dersimiz Tarih: İslam Kültür ve Medeniyeti
İslam Kültür ve Medeniyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İslam Kültür ve Medeniyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2019 Salı

İslam Medeniyetinin Beşiği Olan Şehirler 2

Kudüs

Bulunduğu bölge Kur’an’da “mukaddes toprak”, “iyi, güzel bir yer” olarak nitelenmiştir.29 Müslümanların ilk kıblesidir. Mirac mucizesinin mühim bir noktasıdır.Yeryüzünde ziyaret edilebilecek üç mescitten biri olan Mescid-i Aksa burada yer almaktadır. Tevhid inancının temsilcisi olan peygamberlerin mirası, Müslümanların şehridir.
 Kudüs, yeryüzünde üç semavi din tarafından kutsal kabul edilmiştir. Bu dinlere ait mahalleler ve ibadethaneler burada iç içe geçmiş biçimde yer alır.
 17. yüzyılda her yönden güvenli hale getirilen şehirde, çoğunluğu oluşturan Müslümanlardan başka Yahudi, Frenk, Rum, Ermeni, Maruni, Gürcü, Kıpti, Habeş ve Keldaniler gibi etnik unsurlar barış içinde yaşamaktaydı.30 İslam coğrafyasının farklı ülkelerinden gelip şehre yerleşen âlimler, inşa edilen medreseler ve kütüphaneler sayesinde Kudüs ilmi faaliyetlerin üst seviyeye çıktığı bir şehir haline gelmişti.
Kudüs, İslam hakimiyetleri ve bunlar içinde özellikle Osmanlı döneminde zirvesine ulaşmışken , Babil,Roma ve İskender  dönemlerinde yıkıma uğramıştır.Şehirdeki bir arada yaşama bilinci, Osmanlının Kudüs’ten çekilmesiyle ortadan kalkmıştır. 
Bağdat
“Medinetüsselam”, “Kubbetülislâm” ve “Darulhilafe” gibi isimleriyle meşhur olmuştur. Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur şehri kurarken alimler ve devlet adamları arasından, fazilet, adalet, fıkhî yeterlilik, emanet ve hesap işlerinde temayüz etmiş kişilerden bir kurul oluşturarak, inşaat faaliyetinin bu heyet gözetiminde yürütülmesini istemiştir. Bağdat şehir plancılığı açısından önemli bir örnektir. İlk olarak cami, saray ve çarşının inşa edildiği Bağdat, şehir merkezinin her tarafa eşit uzaklıkta olması ve kolayca kontrol edilip korunması için daire şeklinde planlanmıştır.
Şehrin zengin çarşılarında dünyanın her tarafından gelen ürünler satılmakta, Semerkant, Merv, Buhara, Belh ve Harizm’den gelen tüccarlar şehrin büyümesine katkı yapmaktaydı. Sarayları muhteşem dekorasyonlarla süslenmişti. Her iki yüz hane için bir hamam inşa edilmişti.
 Bağdat’ı önemli kılan özelliklerinin başında, ilim ve eğitim faaliyetleri gelir. Halifeler, vezirler ve diğer üst düzey görevlilerin eğitim ve öğretime gereken ilgiyi göstermesi çok sayıda ilim adamı ve mütercimi Bağdat’a çekmiştir.
Bağdat’ın sanat dünyasında da önemli bir yeri vardır. Başlangıçta saray yapımında İran ve Bizans mimarisi etkili olmuşsa da daha sonra özgün ve ihtişamlı eserler ortaya konmuştur. Bizans imparatoru Teophilos Bağdat’taki Darüşşecere Sarayını aynen taklit ederek kendine saray yaptırmıştır.
İslam medeniyetinin bu ihtişamlı şehri, tarihi boyunca ağır bedeller ödemiştir. Özellikle Moğolların 1258’deki saldırıları, yalnızca şehrin tahrip olmasına değil kütüphanelerin, kitapların ve âlimlerin yok edilmesiyle İslam medeniyetinin gerilemesine de neden olmuştur. Bağdat, Batılıların yaptığı saldırılar yüzünden İslam medeniyetine ait son birikimlerini de büyük ölçüde kaybetmiştir.



Kahire
 Mısır, Hz. Ömer’in hilafeti sırasında fethedilmiş, bölgede Müslümanların hakimiyetini kuvvetlendirmek amacıyla bir garnizon şehri olarak Fustat kurulmuştur. Fustat, İslam şehirlerinin tipik bir örneğidir. Caminin yanında emirin evi inşa edilmiş mahalleler caminin çevresinde konumlandırılmıştır. 10. yüzyıldan itibaren “düşmanlarını kahreden ezip geçen” anlamında Kahire olarak isimlendirilmiştir. Kahire, kısa süre içinde bir ticaret merkezi ve limanı haline gelmiş, burada dünyanın en uzak memleketlerinden gelen malların satıldığı zengin çarşılar kurulmuştur. Bağdat Moğol istilasına maruz kalınca, Abbasilerin hilafet merkezi Kahire’ye intikal etmiş ve Kahire doğu İslam âleminin dini merkezi haline gelmiştir.
Tarihte birçok şehir zamanla eski etkinliklerini kaybetmelerine  rağmen Kahire halen etkinliğini ve ruhunu genel anlamda sürdürmektedir.

Kurtuba

Avrupa’nın batı ucunda yer alan Kurtuba, Müslümanların Vandalisiya(Endülüs) dedikleri İspanya’da Fenikeliler tarafından kurulmuştur. Ünlü Latin şairi Martialis şiirlerinde bu şehri övmüş, Avrupalılar “dünyanın mücevheri”, Araplar da “Endülüs’ün gururu” demişlerdir. Kurtuba Endülüs Emevileri’nin başşehri, İslam medeniyetin en büyük merkezlerinden biri olmuştur.
İslam medeniyetinin Batıdaki temsilcisi şehirlerden biri olan Kurtuba, Müslümanların hakimiyetinde çeşitli ilim dallarında ; özellikle edebiyatta çok sayıda renkli sima yetiiştirmiştir. Şiir antolojisiyle Doğu’da ve Batı ‘ da bir klasik haline gelen İbn Abdürabbih, ilk dönem alim- filozofu İbn Meserre, Batı Avrupa’daki ilk ciddi karşılaştırmalı dinler tarihi kitabının sahibi olan İbn Hazm, Hay b. Yakzan’ın yazarı İbn Tufeyl ve Spinoza’ya ilham veren Yahudi filozof-tabip İbn Meymun, ünlü filozof-alim İbn Rüşd, kıraat alimi Dani, tarihçi, fıkıh ve hadis alimi İbn Beşküval ile muhaddis-müfessir Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi bunlar arasındadır. Yahudi bilgin ve entellektüeller burda tam bir özgürlük ortamında  faaliyet göstermişlerdir.

İstanbul ve Osmanlı şehri: 

Roma İmparatoru Konstantin tarafından 4. yüzyılda kurulan İstanbul(Konstantinopolis), dönemin başkenti, dini, kültürel ve ticari merkezi olmuştur. Bin yıl boyunca onunla rekabet edebilecek bir şehir ortaya çıkmamıştır. İstanbul’u gezmek, görmek bir imtiyaz sayılmış, seyyahlar, bu muhteşem şehrin güzelliklerini, mimari eserlerini, çarşılarını eserlerinde detaylı şekilde anlatmıştır. II. Mehmet tarafından fethedilen İstanbul, Osmanlılara harap bir şekilde intikal etmiştir. Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı camiye çevirerek İstanbul’un İslam şehri olması yolunda ilk adımı atmıştır. Sonrasında, önemli bir şehircilik mirasına sahip olan Osmanlılar, kurdukları binlerce vakıf aracılığıyla İstanbul’u bütünüyle bir İslam şehrine dönüştürmüştür. İstanbul, en ihtişamlı günlerini Osmanlı Devleti zamanında yaşamıştır. Bursa, Edirne, Halep, Kudüs, Bağdat gibi İslam şehirlerinin toplamını ifade eden İstanbul, Osmanlı şehrinin en mümtaz modeli olmuştur.  
Osmanlı Şehrinin Özellikleri
1.Osmanlı şehri sürekli değişime açıktır.
2.Şehrin oluşumunda ve teşkilatlanmasında en belirleyici unsur vakıflardır.
3. “Osmanlı evi”, tabiatla uyum içinde olacak şekilde konumlandırlmıştır. Osmanlının kendine özgü sanat ve estetik anlayışının eseri olan evi; bahçesi, sokakla ilişkisi, cumbası, dolapları, tavanı ve kaplamasıyla tam bir bütünlük içindeydi. Ev inşa edilirken komşunun mahremiyeti ihlal edilmez, manzarası yahut ışığı kesilmezdi. Baheçeye dikiline çiçekler sokağı da süsleyecek şekilde duvarlardan taşardı.Misafir ağırlanabilecek şekilde ev yapılır, israftan ise kaçınılırdı.
4.Çıkmaz sokaklar, şehrin bir başka belirleyici özelliğidir.

Günümüzde Şehir

Avrupa’daki ilmi, fikri ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olan Sanayi Devrimi, şehirlerin fiziki ve sosyal yapılarında, kültüründe ve insan ilişkilerinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Batı medeniyetinin dönüm noktalarından biri olan bu olayla birlikte, kamu binaları, iş merkezleri, sanayi tesisleri, cadde ve meydanlar, müzeler, sinema ve tiyatrolar şehirlerin yeni yüzü haline gelmiştir.
Günümüz şehrinde, insana, çevreye ve tabiata uyumu dikkate alan geleneksel mimari yaklaşımlar terk edilmiş, onun yerini tüketim ekonomisine dayanan ve sadece işlevsel olmayı hedefleyen bir yapılaşma türü almıştır. Barınma ihtiyacını gidermek amacıyla kurulan yapay şehirlerde, sosyal ilişkileri zayıf bir şehirli tipi ortaya çıkmıştır.
. Şehirlerin tasarlanmasında Batı’nın örnek alınması, İslam şehirlerinin Batı’nın kaba kopyaları olarak gelişmesi, mimari ve sanatta İslami üslup ve tekniklerin terk edilmesi, şehirli sayılmak için Batı tarzı bir hayatın ölçü alınması gibi tercihler ve davranışlar şehirlerdeki değişimin hayatın her safhasında yaşandığını göstermektedir.
  Cami, şehrin merkezi olmaktan çıkmış, onun yerini modern şehrin yeni sembolleri olan büyük gökdelenler, eğlence ve alışveriş merkezleri almıştır. Medeniyetimizin köklü eserlerini barındıran İslam şehri turistik bir nesneye dönüşmüştür.
Günümüzde, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi şehirlerde yaşayan çok sayıda insan barınma imkânından yoksundur. Dünyanın gelişmiş ülkelerindeki metropollerde alınan sıkı kanuni tedbirlere rağmen şiddet önlenememekte, evlerde ve sokaklarda güvenlik sağlanamamaktadır..

1 Mayıs 2019 Çarşamba

İslam Medeniyetinin Beşiği Olan Şehirler 1

Mekke’de doğan, Medine'de devlet haline gelen İslamiyet, fetihler, göçler, alimler ve tüccarlar eliyle kısa sürede Uzak Doğu’dan Atlas Okyanusu’na, Avrupa’nın içlerinden Afrika’nın güneyine kadar geniş bir alana yayılmıştır.
İslam coğrafyasında yer alan; Mekke, Medine, Kudüs, Kûfe, Kahire, Şam, Halep, Bağdat, Kurtuba, San’a, Marakeş, Tunus, Fas, Kayravan,Tlemsen, Timbuktu, Semerkant, Buhara, Belh, Herat, Kazan, Musul, Bursa, İstanbul, Saraybosna, Isfahan, Yezd, Şiraz, Kabil, Lahor, Delhi, Agra ve daha birçok şehirde İslam medeniyetini temsil eden seçkin ürünler ortaya konmuştur.
Medeniyetimizde Mekke, Medine, Kudüs, Kurtuba ve İstanbul birçok özellikleri nedeniyle ayrıcalıklı bir yere sahiptir
Mekke
Dağların arasındaki susuz bir vadide kurulmuş, zemzem ile hayat bulmuş, Kabe ile şehre dönüşmüştür. Kur’an’da ‘şehirlerin anası’ olarak nitelenmesi yeryüzünde kurulan ilk şehir olduğunu göstermektedir.
Özellikleri:
1. Allah’a (c.c.) kulluk maksadıyla inşa edilmiş ilk mabet olan Kabe burada yer alır.
2. İslamiyet burada doğmuştur.
3. İslam dünyasında ilmi faaliyetlerin gerçekleştiği ilk merkezlerden biridir.
4.Günün her vaktinde her iklimdeki Müslümanların namaza durduklarında, kalpleri ve yüzleriyle yöneldikleri kıbleleridir.
5.Hac farizası sayesinde dünya Müslümanlarının yılda bir kez toplanıp meselelerini müzakere etme imkânı bulabileceği  ortak mekândır.
6.Harem kılınarak Allah (c.c.) tarafından koruma altına alınmıştır.
Medine
En önemli özelliği Nebi’nin şehri olmasıdır. Kapılarını, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) savaşsız açmasından dolayı Kur’an’la fethedilmiş şehir kabul edilir. Haremeyn’den olması yönüyle Mekke ile kardeştir. Birbirini tamamlayan bu iki şehir İslam medeniyetine kaynaklık etmiştir.
1. İslam ve dünya tarihinin değişmesinde bir dönüm noktası olan Hicretin yurdudur.
2.Çarşısı, yönetim birimleri bizzat ,Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından kurulmuştur.
3.İslam Devleti’nin ilk başkentidir.
4.Ensar ve Muhacir, İslam akidesi gereği burada kardeş kılınmıştır.
5.Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından şehirdeki kabileler arasındaki ihtilaflar giderilmiş, Müslümanlara mahsus bir hayatın ve medeni toplumun temelleri bu şehirde atılmıştır.
6.Hz. Peygamber(sav) tarafından harem yapılmış, gayrimüslimlerin şehirde ikametine izin verilmemiştir.
7.İslam medeniyetinin mutluluk ve en iyi yaşanma zamanları olan saadet asırları (Asr-ı Saadet) bu şehirde yaşanmıştır.
8. İslami ilimlerin doğup geliştiği ve ilmi ekollerin oluştuğu bir şehirdir.
9.Şehir hangi  Müslüman devletin elinde olursa olsun yöneticiler, Mescid-i Nebi’nin genişletilmesi ve bakımının yanında, mescit, medrese, tekke, zaviye, sebil, imaret ve vakıflar kurmak suretiyle şehirdeki Müslümanların ihtiyaçlarını gidermişlerdir.
10.Şehre gösterilen özen ve şehrin kutsallığı burayı, İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanların yerleşmek istedikleri bir çekim merkezini heline getirmiştir.
DEVAM EDECEK

23 Nisan 2019 Salı

Şehrin Düzeni ve Fiziki Unsurları

Her şehrin bir “medinetüsselam” olması amaçlanır. Canlı-cansız tüm varlıkların
hayat hakkı ve var oluş hikmeti göz önünde bulundurulur.
İslam şehrinin yönetiminde yöneticinin anlayışlı, dünyalıklara göz dikmeyen, zevk ve eğlenceye düşkün olmayan, sorumluluk ve takva sahibi kimseler olmasına dikkat edilmiştir.
Yöneticilerle halk aynı mahalleyi ve sokağı paylaşır. Müslümanlar ve gayri müslimler din, mezhep ve geleneklerini kendilerine  sunulan güven ve adalet ortamında rahatça sürdürme imkânına sahiptir.
Mahallelerin ve camilerin birbirine olan uzaklığı, ezan sesinin ulaştığı mesafeye göre belirlenmiştir. 
İslam şehrinde hayatın akışını ibadetlerin yapılma süreçleri düzenler. Günlük işler sabah ve akşam namazı vakitleri arasında bitirilir. 
İslam şehrinin mimari yapılanmasında mütevazılık esastır.
Müslümanların şehircilik anlayışının temel unsurları:
a.Dini merkez: Mabet İslam şehrinin merkezi, adeta kalbi durumundadır.
Camiler, mimari olarak şehre İslami görünüm kazandıran, şehrin kimliğini belirleyen, şehre İslam’ın
mührünü vuran eserlerdir. Örnek: Edirne Selimiye  Camii.  Cami, minare ve ezanıyla İslam şehirlerinin en belirgin unsuru  ve Müslümanların bölgedeki ortak mülkü niteliğindedir.
b.Yönetim merkezi: Peygamberimiz , Mescid-i Nebi'yi aynı zamanda yönetim merkezi olarak kullanmıştır. İdari yapılar mimari ve estetik yönden camilere göre daha mütevazıdır.
c.Ekonomik merkez/çarşı/pazar:  Hz.Peygamber, çarşıyı hemen mescidin yanına inşa ettirmiştir. Bütün İslam şehirleri de bu modeli uygulamıştır.
d.Mahalle: Her dini grup ayrı bir mahallede kendi ibadethaneleri etrafında yerleşmişlerdir.
e.Hamam: Temizliğe verilen önemden dolayı hamamlarda başlıca yapılardan olmuştur.Mesela,  İslam medeniyetinin parladığı şehirlerden  olan (Endülüs)Kurtuba’da da yüzlerce hamam vardı.
f.Mezarlık: Mezarlıklar şehirlerin içinde yer almış.Ölüm gerçeği hayattan dışlanarak yok sayılmaya çalışılmamıştır.Bu şehirde ölüm bir yok oluş değil, yeni bir hayata geçişin kapısıdır.
g.Yol: İslam şehrinde bütün yollar camiiye çıkar. 

Şehir ve Özellikleri

Şehrin birbirinden farklı iş, meslek, yapı ve insan çeşitliliğine sahip olduğu, neredeyse yirmi dört saat
hiç uyumayan bir insan gibidir.
Hareketlilik şehirlerin temel özelliklerinden biridir. Şehir ile şehirliler arasında sürekli bir etkileşim hali söz konusudur.
Şehrin diğer özelliği, kendi sakinleriyle  birlikte farklı bölgelerden gelenlerin yerleştiği bir mekan olmasıdır. Şehrin nüfus yapısı ve diğer özellikleri, şehirlilerin birbirlerine tahammül etmesini gerektirir.
Şehirlerin diğer özelliği kendilerine özgü bir ruhunun olmasıdır. Bu özelliği tam olarak İslam şehirlerinde görmek mümkündür. Mabet, mektep, mahalle, sokak, ev, konuşulan dil, müzik, şiir, yeme-içme ve giyim-kuşam bu ruhtan izler taşır.
Şehrin sakinlerinin şehrin kimliğini oluşturan inanç ve ideallere uygun davranması, şehrin kültüründen ve refahından yararlanması, şehri tanır hale gelmesi, şehri sahiplenmesi ve yaşadığı şehre değer  katacak bilince ulaşmasıyla şehirli kimliği ortaya çıkmış olur.
Müslümanlar kendi hayat anlayışları doğrultusunda yeni şehirler kurmuşlar veya daha önceden
kurulmuş olan bazı şehirleri yeniden planlamışlardır. Örnek: Bağdat ve Kahire.
İslamiyetle birlikte şehircilik alanındaki ilk düzenlemeler Resul-i Ekrem (s.a.v.) tarafından hicretten
sonra kendisine nispetle “Medinetü’n-Nebi” adını alan Yesrib’de yapılmıştır. Bu süreçte İslam şehri
modeli ortaya çıkmıştır. Cuma Namazları, bayram namazları ve medreseler şehirleşmeyi getirmiştir.
Hz.Peygamber (Sav) döneminde yaptığı şehircilik faaliyetleri:
A.Mescidi Nebi'yi inşa etmiştir.
B.Suffe Mektebi'ni kurmuştur.
C.Yolların genişliğini belirlemiştir.
D.Kenar Mahalleler şehirle bütünleştirilmiştir.
E.Cennetülbaki Mezarlığını kurmuştur.
3D MEDİNE
İslam şehirlerinde  medeniyetin hızla gelişmesi 7-11. yüzyıllar arasında gerçekleşmiş, bu dönem şehircilik tarihinde “İslam   dönemi” olarak isimlendirilmiştir.

6 Mart 2019 Çarşamba

İlmi Faaliyetlerin Diğer Medeniyetlere Etkileri

İslam kültür ve medeniyetinin  ilim faaliyetlerinin  ayırt edici özellikleri:
Evrensellik: Fetihlerin yardımıyla tüm dünyaya açılma sürecinde karşılıklı kültür etkileşimi ile gelişmiştir. İlmi faaliyetlere gelişime ve değişime açık olmak bakımından ön yargısız bir bakış açısı kazandırmıştır.
Metodik çalışma: Gerçeğe ulaşmak için izlenen yol olan müşahade (deney ve gözlem) ile teorinin birlikteliği ya da işteşliği yöntemi tarihte ilk kez ortaya konulmuştur.
Ahlaki tavır: Karşılıklı görüşlere saygı, kaynağını mutlaka belirtilerek iç ve dış tenkidin yapılması, varılan  kanaatin ayrıca belirtilmesi, ilmi güvenilirliği sağlayan yegane ölçüt olarak kazandırılmıştır.
Müslümanların dünya bilim tarihine etkilerini ve katkılarını şu dört başlıkta sınıflandırabiliriz:
1.İlmi birikimin korunup devamlılığının sağlanması.
2.İlimlerin her yönden gelişmesinin sağlanması.
3.İlimlerin yeryüzündeki coğrafi yayılımının sağlanması.
4.Yeni ilim dallarının ortaya konması. (örneğin trigonometri, cebir vb.)
İslam dünyasında 12. Yüzyıl ortalarından itibaren ilmi faaliyetleri ve birikimi  olumsuz yönde etkileyen iki gelişmeden  söz edilebilir: bunlardan ilki Moğol İstilası, ikincisi ise Endülüs’ün düşmesi yani Müslümanların elinden çıkması süreçleridir.
Müslümanların ürettikleri bilgi birikiminin dönüştürücü gücü, doğuda da batıda da kendisini göstermiştir. Örneğin ünlü seyyah İbn Battuta’nın er-Rıhle diye bilinen seyahatnamesinden; onun 14. yüzyılın ilk yarısında Moğol ülkeleri, Anadolu, Çin, Hint ve Endonezya’ya kadar o günün İslam ülkelerini de kapsayan bölgeleri gezdiği, gittiği her yerde İslam’ın medeni bir hayat biçimi tesis etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
İslamın bilgi birikimi üç yoldan batıya geçmiştir:
İspanya (Endülüs)
İtalya (Sicilya üzerinden)
Bizans (İstanbul ve Trabzon üzerinden) .
İslam dünyası, Avrupa’da meydana gelen aydınlanma ve sanayileşme süreci etkisindeki son iki yüz
yıla gelinceye kadar din ve din dışı gibi bir algı ayrımı olmayan bütüncül bir dünya görüşüne sahip olmuştur. Bu bakımdan Müslümanların, ilmi temellendirmede vahye dayalı hakikatler ile deney ve gözleme  dayanan araştırma sonuçları arasında hiçbir çelişki ve ikilem yaşamamaları oldukça normal görülmelidir.
Tarih,medeniyetlerin pek çok iniş ve çıkışına şahittir. İslam medeniyetinin de yeniden yükselişi mümkündür . Bu yönde kayda değer çabaların olduğu da görülmektedir.

Tercüme Hareketleri

Müslümanlar; Şam, Halep,Antakya ve İskenderiye ,Harran ve Cündîşâpûr  gibi bilim merkezi olan şehirlerin halklarıyla iyi ilişkiler geliştirerek onların ilmive teknik seviyelerinden yararlanmasını bildiler. Halife Hz. Ömer döneminde İslam topraklarına katılan Cündîşâpûr’da kütüphane,
tercüme evi, rasathanesi bulunan Hintli ve Yunanlı doktorların görev yaptığı bir tıp okulu mevcuttu. Abbasiler bunlara ve diğer bilim ve teknoloji merkezlerindeki ilim insanlarına gerekli imkânları verdiler. Böylece  bilim ve teknoloji bakımından seviyenin hızla  yükselmesini sağladı. Emeviler Dönemi’nde başlayan tercüme hareketleri, Abbasiler Dönemi’nde hızla  devam ederek büyük bir birikim oluşturmuştur. 
Halife Me’mun’un Bağdat’ta 832 yılında kurduğu “Beytü’l-Hikme” adlı ilim merkezi tam bir inceleme araştırma kütüphanesi ve tercüme merkezi olarak faaliyet göstermiştir. Süryanice, Farsça, Hintçe ve Yunanca başta olmak üzere çeşitli dillerden çevrilen eserler sayesinde tıp, riyaziyat (matematik), hendese (geometri), astronomi, fizik, kimya, biyoloji, tarih, coğrafya ve felsefe gibi bir çok bilimde dünyanın o güne kadar sahip olduğu hafızanın neredeyse tümü İslam dünyasına aktarılmıştır. Tercüme edilen bilgiler yeniden değerlendirilmiş hayata ve güncele uygulanmasında başarı sağlanmıştır.Böylece 8-12. yüzyıllar arasında bilim ve teknolojide zirveye çıkılmıştır.
Avrupa'daki Rönesans,İslam Dünyasında Akdeniz dünyası üzerinden Anadolu, “Kuzey
Afrika- Sicilya-İtalya” ve “Kuzey Afrika-Endülüs”  güzergahından gerçekleşen transferle mümkün olmuştur. Dolayısıyla medeniyetler arasındaki bilgi aktarımı, İslam kültür ve medeniyetinde ortaya çıkan bilimsel metodoloji sayesinde tüm insanlığın ortak mirasına  dönüşmüş olmaktadır.

24 Şubat 2019 Pazar

Hadislerin Tedvin ve Tasnifi

ÜÇ DEVRE
Kitâbet(Yazılması)Herhangi bir sahabinin bizzat Hz. Peygamber’den duyduğu hadisleri kendisi için yazıp bir araya getirmesi olayıdır. Bunlar, hatırlamak maksadıyla tutulmuş özel notlardır.Tedvîn(Toplanması)Dağınık malzemenin bir araya toplanması demektir.Dillerde ve/veya değişik yazı malzemeleri üzerinde dağınık halde bulunan hadis metinlerinin herhangi bir sınıflandırmaya tabi tutulmaksızın bir araya getirilmesidir.Bu demektir ki, tedvin; Henüz yazıya geçmemiş rivayetleri yazıya geçirmek ve eskiden yazılmış veya yeni yazıya geçirilmiş olan hadis metinlerini ayrıma tabi tutmadan bir araya toplamak, gibi iki ayrı işi ifade etmektedir.Tasnîf(Sınıflandırılması)Tasnif ise tedvin edilmiş (müdevven) malzemenin, ya sahabi ravisine ya da ilgili alanlarına göre belli bölüm ve bab/konularda  “toplanması”nı ifade etmektedir. Tasnif, zaman olarak, tedvinden sonraki bir döneme ait, “kitaplaştırma anlamında bir toplama” faaliyetidir.

12 Şubat 2019 Salı

İlmi Hayatın Gelişimi ve Dünyadaki Etkileri

1. Kur’an-ı Kerim’in Cem ve Çoğaltılması
Kur’an’ın sözlük anlamı “okuma, ezberden okuma, bir şeyi yüklenme”dir.
Kur'an-ı Kerim'in indirildiği  yerdeki toplum olan cahiliye Arap toplumunda edebîyat söz sanatları oldukça ileri seviyedeydi. Bu ortamda indirilen Kur’an-ı Kerim, mesajı mevcut söz sanatlarının tüm inceliklerini içinde barındırır şekilde indirilmiştir. Bu özellik metnin hafızada tutulması yoluyla muhafazasını da kolaylaştırmıştır
Hz. Muhammed (s.a.v.) de ilk vahyin inişinden, son vahye kadar Kur’an’ın tüm bölümlerini, 23 yıl boyunca sahabeden seçilen özel görevlilere (42 adet vahiy katibi) kaydettirmişti.
Her yıl Ramazan ayında o ana kadar inmiş olan tüm bölümleri Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Cebrail’e ezberinden okuyor, bu esnada sahabiler de ellerindeki kopyaları onun okuyuşuyla karşılaştırıyorlardı.
Peygamberimiz (s.a.v.) hayatının son yıllarında aynı zamanda iyi bir hafız olan vahiy kâtibi Zeyd b. Sabit’i (ra.) Kur’an metinlerinin yazım ve tasnifiyle görevlendirmişti. Halife Hz. Ebubekir (r.a.) de Zeyd b. Sabit’ten (ra.) her bir bölümün ikişer nüshasının karşılaştırmalı kontrolünü yaparak “Mushaf” adıyla toplamasını istedi. Zira “Kurra” ve “Hameletu’l-Kur’an” adı verilen hafızların savaşlarda şehit olması ve tahrifat endişesi gibi sebepler tek bir yazılı metnin hazırlanması zaruretini doğurmuştu.Böylece Kur'an-ı Kerim, Mushaf yani iki kapak arasındaki yazılı kitap şekline getirilmiş oldu. Bu ilk nüsha, Hz. Ebu Bekir'den sonra Hz.Ömer'e ondan da kızı Hz.Hafsa'ya emanet olarak geçti. Hz.Hafsa onu korudu.Hz.Osman döneminde yeni müslüman olan yerlerde çeşitli ağızlar ortaya çıkması , yeniden Kur'an-ı Kerim'in tahrif edilebileceği endişesini  ortaya çıkardı. Hz.Osman , bunun üzerine Hz. Hafsa'daki Kur'an-ı Kerim'i getirtti ve çoğaltarak önemli İslam merkezlerine gönderdi.

Kur'an ve Sünnette İlim

  İlim, hem cehalet hem de zan kavramlarının zıddı olarak hayata dair yol gösterici birikim elde etme üzerine temellendirilmiştir. Kur’an’a göre Allah (c.c.) görünen ve görünmeyen herşeyin bilgisine sahiptir. 
    İslamiyet bir ilim dini, onun meydana getirdiği medeniyet de her şeyden önce bir ilim medeniyeti olarak şekillenmiştir. Varlıkların olduğu gibi bilginin de engin bir deniz olarak yegâne sahibinin ve kaynağının Allah (c.c.) olduğu gerçeği, Kur’an’da birçok kez vurgulanmaktadır.
         Yunus suresi 5. ayette “O, güneşi bir ışık (kaynağı),ayı da (geceleyin) bir aydınlık kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, ayetlerini bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.” buyurmaktadır
      Kesinliğe ulaşmamış bir bilgi,İslam dininde değerli ve geçerli değildir. Nitekim,Yunus suresi 36. ayette : “Zan ise şüphesiz ki Hak karşısında hiçbir şey ifade etmez.” buyurur Cenab-ı Hak.
       Peygamber (s.a.v.) ve Kur’an’ın ilk muhatapları, okuma ve yazma başta olmak üzere tüm ilmi faaliyetin yaygınlaşması için önemli çaba harcamışlardır. 
    Delil ve gerekçe:Hz. Peygamber (s.a.v.) “ilim öğrenmek, her Müslümana farzdır.”
   [ Kaynak:İbn Mace, Mukaddime, 17. ] buyurmuştur. Zira imanın uygulaması olan ibadetlerin yerine getirilmesi için de coğrafya, astronomi, matematik gibi temel ilimlere ihtiyaç vardır
     Uygulama:Bedir Savaşı’nda esir alınan Mekkeli müşriklerin on Müslümana okuma-yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakma kararı.