Dersimiz Tarih

24 Şubat 2019 Pazar

Hadislerin Tedvin ve Tasnifi

ÜÇ DEVRE
Kitâbet(Yazılması)Herhangi bir sahabinin bizzat Hz. Peygamber’den duyduğu hadisleri kendisi için yazıp bir araya getirmesi olayıdır. Bunlar, hatırlamak maksadıyla tutulmuş özel notlardır.Tedvîn(Toplanması)Dağınık malzemenin bir araya toplanması demektir.Dillerde ve/veya değişik yazı malzemeleri üzerinde dağınık halde bulunan hadis metinlerinin herhangi bir sınıflandırmaya tabi tutulmaksızın bir araya getirilmesidir.Bu demektir ki, tedvin; Henüz yazıya geçmemiş rivayetleri yazıya geçirmek ve eskiden yazılmış veya yeni yazıya geçirilmiş olan hadis metinlerini ayrıma tabi tutmadan bir araya toplamak, gibi iki ayrı işi ifade etmektedir.Tasnîf(Sınıflandırılması)Tasnif ise tedvin edilmiş (müdevven) malzemenin, ya sahabi ravisine ya da ilgili alanlarına göre belli bölüm ve bab/konularda  “toplanması”nı ifade etmektedir. Tasnif, zaman olarak, tedvinden sonraki bir döneme ait, “kitaplaştırma anlamında bir toplama” faaliyetidir.

19 Şubat 2019 Salı

OSMANLI’DA SÖZLÜ VE YAZILI KÜLTÜR



Sözlü kültür
Eski Türk destanlarında, şiirlerinde yer alan  temalar  Osmanlıların kuruluş döneminde Rumeli’ye gerçekleştirdiği fetih hareketlerine de yansımıştır.
Osmanlı esnaf teşkilatı içinde yetişen saz şairleri  bu  sözlü kültürü devam ettirmişlerdir.Örnek:Köroğlu.
XV. yüzyıldan itibaren en çok görülen sözlü edebiyat ürünü halk hikâyeleridir. Örnek: Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber . Ayrıca Yazıcıoğlu Mehmed’in Hz. Muhammed’i anlatan Muhammediyye,  Kur’an-ı Kerim’den sonra en çok okunan kitap olmuştur.
Köy seyirlik oyunları, kukla, karagöz, meddah ve orta oyunu, sözlü kültürel geleneğin en zengin unsurlarını taşıyan tiyatro örnekleridir.
Edirne ve Topkapı saraylarında başlatılan helva sohbetleri de bir başka sözlü kültür geleneği olarak Osmanlı’daki üst ve orta sınıfı bir araya getirmiştir. 
Türkülerin, ilahilerin, marşların söylendiği, oyunların oynandığı bu toplantılar XX. yüzyılın ilk yarısına kadar sürmüştür.
Yazılı Kültür
Osmanlı’da yazılı kültür ürünleri Eski Anadolu Türkçesiyle XIII. yüzyıldan itibaren verilmeye başlanmıştır.
Yazılı edebiyatın destan geleneği, bu dönemde Battalnameler, Danişmendnameler ve Saltuknameler gibi eserlerle  sürmüştür.
İslam dininin kavramlarını, düşünce sistemini yansıtan, belli bir tarikata bağlı olan şairler tekke ve tasavvuf edebiyatını oluşturmuştur.Örnek: Hoca Ahmet Yesevi,Yunus Emre v.d.
Alevi-Bektaşi halk şiirinde: Kaygusuz Abdal ve Seyyit Nesimi  v.d.
Divan Edebiyatı
Divan edebiyatı, Oğuz Türklerinin Anadolu’da  oluşturdukları Türk İslam kültürünü anlatan, Fars ve Arap edebiyatlarının yazım özellikleriyle gelişmiş klasik Türk edebiyatıdır.
Divan edebiyatında  ilahi aşk, dinî ve tasavvufi konular yanında toplumsal hiciv ve mizah türlerinde de eserler verilmiştir.
Osmanlı padişahları içinden de pek çok divan şairi çıkmıştır.
II. MURAD DÖNEMİ’NDEKİ KÜLTÜREL GELİŞMELER
II. Murad , bilinçli bir Türkçeciliğe sahip olup, Türkçenin gelişmesi için  tedbirler almıştır.
II. Murad Dönemi’nde, âlim ve şairlerin çoğu, eserlerini Türkçe yazmışlardır.
Danişmendnâme (Türklerin Anadolu’yu fethini anlatan destan) yi  yeniden  yazdırdı. Kâbûsnâme  adlı eseri Türkçeye tercüme ettirildi. Yine Osmanlı şiir mecmualarından olan Mecmûatü’n-Nezâir de II. Sultan Murad’a adandı. 
II. Murad Dönemi’nde bilimsel ve kültürel çalışmalara verilen destek sayesinde Azerbaycan, Türkistan ve Arap Yarımadasından tanınmış birçok şair ve yazar Edirne ve Bursa’ya gelerek yerleşti.
Döneminde birçok eserin yapılmasına öncülük ettiği için Ebü’l-Hayrat diye anıldı.
Örnek:Bursa Muradiye Cami ve Edirne Muradiye Camii.
Sultan İkinci Murad, Ankara civarında Basıkhisar nahiyesinin yakınında yaptırdığı büyük köprünün geçiş ücretini Mekke ve Medine’deki yoksullara gönderilmek üzere vakfetmiştir.. 
Yine her yıl Surre-i Hümayun denen özel memurlar ve hacılardan meydana gelen bir alayı Kâbe’ye göndererek, mukaddes yerlerin bakım ve tamirini yaptırmıştır.
Şair Sultanlar
İyi bir eğitimden geçen Osmanlı şehzadeleri ve sultanları, müziğe ve şiire de  ilgi göstermişlerdir.

Fatih Sultan Mehmet, güzel sanatların çeşitli dallarıyla ilgilendi. Özellikle şiire  büyük önem vermiş olup  Avnî mahlasıyla şiirler yazdı.

II. Bayezid, büyük bir âlim ve sanatkâr olup  Çağatay Türkçesini ve Uygur Alfabesini de bilen bir padişah olup Adlî mahlasıyla şiirler yazmış ve bir “Divân” tertip etmiştir.

Yavuz Sultan Selim, Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen ve bir Farsça divan tertip edecek derecede şiirler yazabilen şiirlerinde Selimi mahlasını kullanan büyük bir şairdi. 

Osmanlı padişahları arasında en çok şiir yazan Muhibbî mahlasını  kullanan  Kanuni Sultan Süleyman olup iki  divan yazmıştır.



18 Şubat 2019 Pazartesi

Helallerde Genişlik

                                      “Eşyada aslolan mübah olmasıdır.”

Yüce Allah’ın emrettiği şeyler iyi ve güzel, yasakladığı şeyler de kötü ve çirkindir.
Dinimizce yapılması serbest bırakılmış hususlara helal, yapılması yasaklanmış olanlara haram, yapılması sevap veya günah olmayanlara ise mübah  denir. Helaller ve haramlar; yeme, içme, giyim, kuşam ve kazanç gibi hayatın tüm alanlarını kapsar. Ancak dinimizde helal alanı, haram alanından daha geniştir. Örneğin, Allah’ın (c.c.) insanlara  bahşettiği birçok içecek helalken, sadece alkollü içecekler haram kılınmıştır. Yine yaratılan  pek çok yiyecek helalken, domuz eti, leş ve kanı akmadan ölmüş hayvan eti gibi belli başlı birkaç  yasak söz konusudur.
Normal şartlarda haram kılınmış fiiller dahi zaruret durumlarında, zaruret miktarı kadar   ve geçici olarak mübah olabilmektedir.
Giyim-kuşam konusunda ise temiz ve israfa kaçmadan giyinmek gibi genel kurallar konularak Kur’an-ı Kerim ve Onun yaşamış örneği olan Resulünün açık emirlerine  aykırı olmadığı müddetçe insanların kültürel, coğrafi ve milli  özelliklerinin gerektirdiği giyinme biçimlerine müdahale edilmemiştir.
Dinimizde kumar,şans oyunları ve canlılara zarar veren oyun ve eğlenceler dışındaki bütün eğlence etkinlikleri helal bırakılmıştır.
                                              “Helal dairesi keyfe kâfidir.”

17 Şubat 2019 Pazar

İslam Dinî Temel Kavramlar 1

Sahabî(çoğulu:sahabe=ashâb):sözlükte, arkadaş, dost, ahbab demektir.Sahâbî, Hazreti Peygambere mü'min olarak mülâki olan ve müslüman olarak ölen kimsedir. (mülâki olmak; Hz. Peygamberi görmek, onunla konuşmak, sohbet etmek, beraber yürümek demektir ki, çocukları ve gözleri görmeyenleri de içine alır) Bu anlamda ‘nin üzerinde sahabi vardır. 
En Son Vefat Eden Sahâbîler; Mahmûd b. Rebî‘ 99/717, Enes b. Mâlik 93/712 ve Ebü’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile ‘dir 110 /728. Sahabe ansiklopedileri: 1-İbn Abdilber, el-İstîâb, 2-İbnü’l-Esîr, Üsdü’l- ġābe 3-İbn Hacer, el-İsâbe,Tâbiîn(çoğulu, Tâbiûn): Sahabe ile mülakî olanlar/karşılaşanlardır. Yani tâbiî, Hz. Peygambere yetişememiş ve O’nu görenleri görmüştür.Tebeu’t-tâbiîn(etbe’u’t-tâbiîn): Tâbiûn ile mülakî olanlar/karşılaşanlardır. Yani bunlar, sahabeye yetişememiş ve onları görenleri görmüştür.Sahabenin tamamının âdil olduğu hususunda ümmetin icmaı( fikir birliği) vardır. Fakat sahabeden sonrakiler adil olabilir de olmayabilir de.

14 Şubat 2019 Perşembe

Eti Yenmesi Haram Olan Hayvanlar

Allah insana, istifadesine sunduğu hayvanlardan nasıl yararlanması gerektiğini de öğretmiş ve "temiz" olanların etinden yemeyi helâl kılmıştır. Ancak, yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerîm'de bildirdiğinin dışında Hz. Peygamber (s.a.s.) de Allah'ın kendisine bildirmesiyle bazı hayvanların etinin yenilemeyeceğini müslümanlara öğretmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de;
"Size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanı haram kılmıştır. Fakat istek göstermeksizin ve ölçüyü aşmaksızın başı darda kalan kimse üzerine günâh yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve rahmet sahibidir" (el-Bakara 2/173); ve "...Bir de henüz canı üzerinde iken yetişip kesmediğiniz boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış veya canavar tarafından parçalanmış hayvanlar..." (el-Maide 5/3) ayet-i kerimelerinde geçen yenilmesi haram olan şeyler dört oruçtan ibarettir:
1) Ölü hayvan eti: Boğazlanmadan veya av aletlerinden biriyle avlanmadan ölen hayvanların eti yenilmez. Kendiliğinden ölmenin değişik yolları vardır. Hastalık nedeniyle, zehirlenme, boğulma, bir darbeyle vurulma, yuvarlanma, bir başka hayvan tarafından boynuzlanma veya parçalanma sonucu ölen hayvan kendiliğinden ölmüş olur. Bu tür ölen hayvanın eti haram olduğu halde, domuz hariç bunların deri, kemik, kıl ve boynuz gibi kısımlarını kullanmak helâldir.
2) Kan: Kan içmek veya kurumuş olanını yemek haramdır. Ancak insanın dişi kanayıp da tükrükle birlikte isteği ve kontrolü dışında yutulan kan nedeniyle bir sorumluluk yoktur. Diğer bir istisna da kesilmiş hayvanların etlerinin arasında kalan az miktarda kan kalıntısını etle birlikte yemenin de günâhı yoktur. Başka birinden alınarak hastayadamardan kan vermek de helâldir.
3) Domuz eti: Domuzun eti yenmediği gibi derisi, kılı gibi hiçbir uzvundan yararlanılamaz, haramdır.
4) Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar: Bir hayvanın etinin helâl olabilmesi için boğazlamadan veya ava ateş etmeden önce "Bismillâh" Eti yenmeyen hayvanlardan kertenkele veya "Bismillâhi Allahu Ekber" diye besmele çekmek gerekir. Ama Allah, unutarak işlenen hatalardan insanı sorumlu tutmayacağı için bile bile olmadığı sürece besmele çekme unutulursa da o hayvanın eti yenilir. Ama kasden çekilmezse o kesilen hayvanın etini yemek haramdır.
Bir kişinin, bir büyüğün şerefine veya bir şahsı karşılamak üzere onun önünde kesilen bir hayvanın (kurbanın) besmele çekilse dahi eti haramdır. Her ne kadar "Bismillah" denmişse de Allah'ın adının yanında kendi adına veya şerefine kesilen kişiye adandığı içip kesime şirk karıştırılmış olur. Çünkü hayvan Allah'a değil o kişiye kurban edilmiştir ve kesinlikle haramdır. "Üzerlerine Allah'ın adı anılmadan yemeyin; Çünkü bu muhakkak ki fısktır." (el- En'âm, 6/121).
"O peygamber onlara temiz şeylerin helâl, pis şeyleri de haram kılar " (el-A'râf, 157) ayet-i kerimesi ile Hz. Peygamber (s.a.s.)e verilen "pis şeyleri haram kılma" yetkisi sonucunda Kur'an-ı Kerîm'de adı geçmeyen diğer eti yenmeyen hayvanlar da şunlardır:
I) Ayet-i kerimede geçen "pis" diye vasıflanabilecek tüm hayvanlar: Burada geçen "pis" olma vasfı insana zararlı olabilecek şekilde zararlı şeylerle beslenen hayvanları içine aldığı gibi tabiatı gereği insanın iğrendiği tüm hayvanları da içine alır. Yılan, fare, kaplumbağa, köstebek, kirpi, solucan, sinek gibi hayvanlar bu gruba girer.
2)Akar kanı olmayan böcekler: Çekirge dışındaki böcekler.
3) Pençesiyle avlanan yırtıcı hayvan ve yırtıcı kuşlar: Hanefi fıkhına göre "siba (yırtıcı hayvanlar)" kelimesi et yiyenler şeklinde kabul edilmiş ve bu gruba giren tüm etçil hayvanların eti haram sayılmıştır. (Aslan, kaplan, kurt, ayı, tilki, çakal, fil, gelincik, sansar, samur, sincap, maymun, köpek, kedi vs.) Şâfiîler ise bu kelimeye "insanlara saldıran ve parçalayan" anlamını verdikleri için tilki ve çakalı bunların dışında değerlendirip etlerini helâl kabul etmişlerdir. Mâlikilerde ise bu tür hayvanları yemek haram değil mekruhtur.
Yırtıcı kuşlar hakkındaki görüşler ise, Hanefilerde akbaba ve karga mekruh görülürken Malikilere göre tüm yırtıcı kuşlar mekruhtur. Şâfiîler ise zararı dokunup dokunmadığını ölçü almakta ve zararı dokunanlârı mekruh görmektedir.
Mezheplerin tümünün dayandığı delil ise şu hadis-i şeriftir: "Azı dişi olan her yırtıcı hayvanın ve pençesiyle avlanan her kuşun yenilmesi yasaktır"(Müslim, Sayd, 15, 16; Ebû Dâvûd, Atime, 32; Tirmizî, Sayd, 9, 11).
4) At, eşek ve katır: Eşek ve katırın yenmesi bütün mezheplerde haramdır. "Câbir'den şöyle rivâyet edilir. Resulullah (s.a.s.) Hayber gazasında eşek etini yasak etti, at etini yemeye izin verdi" (Buhâri, Zebâih, 28; Mey'azi, 38, Nikâh, 21; Müslim, Nikâh, 30; Sayd, 23, 25, 30, 37). Bu hadis-i şerifi ölçü alan Ebû Yûsuf, İmam Muhammed gibi Hanefi imamlar, Ahmed b. Hanbel ve İslâm hukukçularının çoğunluğu at etini helâl kabul ederken; Ebû Hanife, tenzihen mekruh (helâle yakın mekruh) hükmünü vermiştir. İmam Mâlik ise, "Resulullah at, katır, eşek etini ve azı dişi bulunan her yırtıcı hayvanın etini yasak etti " (Ahmed b. Hanbel, I, 147, 244, 289; IV, 89, 90, 127) hadisini esas alarak at etini haram saymıştır. Ebû Hanife ve İmam Mâlik'in at etini helâl kabul etmeyişlerine diğer bir delilleri de; "O, atı, katırı ve eşeği bunlara binmeniz ve süs için yarattı" (en-Nahl, 16/8) ayet-i kerimesidir.
5) Suda yaşayan hayvanlar: Hanefilere göre suda yaşayan hayvanlardan yalnız balık helâl, kurbağa dahil diğer tüm deniz hayvanları haramdır. Mâlikîlere göre deniz domuzu hariç bütün deniz hayvanları helâldir. Şafiîlerde ise deniz hayvanlarından tabiatları gereği pis olanlar haram, temiz olanlar helâldir.
Hastalık sonucu kendiliğinden veya zehirlenerek ölen deniz hayvanları yenmez. Bunun dışında taş, sopa gibi maddelerle darbe sonucu veya havasız, susuz kalma neticesinde ölenler helâldir. Kara hayvanlarında kanın akıtılması şart olduğu halde su hayvanlarında boğazlama veya yaralama gibi bir kan akıtma şartı aranmaz.
"...Fakat, istek göstermeksizin ve ölçüyü aşmaksızın başı darda kalan kimse üzerine (yenmesi haram olan şeyleri yemesinde) günâh yoktur. şüphesiz Allah, çok bağışlayıcı ve rahmet sahibidir " (el-Bakara, 2/173).

12 Şubat 2019 Salı

İlmi Hayatın Gelişimi ve Dünyadaki Etkileri

1. Kur’an-ı Kerim’in Cem ve Çoğaltılması
Kur’an’ın sözlük anlamı “okuma, ezberden okuma, bir şeyi yüklenme”dir.
Kur'an-ı Kerim'in indirildiği  yerdeki toplum olan cahiliye Arap toplumunda edebîyat söz sanatları oldukça ileri seviyedeydi. Bu ortamda indirilen Kur’an-ı Kerim, mesajı mevcut söz sanatlarının tüm inceliklerini içinde barındırır şekilde indirilmiştir. Bu özellik metnin hafızada tutulması yoluyla muhafazasını da kolaylaştırmıştır
Hz. Muhammed (s.a.v.) de ilk vahyin inişinden, son vahye kadar Kur’an’ın tüm bölümlerini, 23 yıl boyunca sahabeden seçilen özel görevlilere (42 adet vahiy katibi) kaydettirmişti.
Her yıl Ramazan ayında o ana kadar inmiş olan tüm bölümleri Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Cebrail’e ezberinden okuyor, bu esnada sahabiler de ellerindeki kopyaları onun okuyuşuyla karşılaştırıyorlardı.
Peygamberimiz (s.a.v.) hayatının son yıllarında aynı zamanda iyi bir hafız olan vahiy kâtibi Zeyd b. Sabit’i (ra.) Kur’an metinlerinin yazım ve tasnifiyle görevlendirmişti. Halife Hz. Ebubekir (r.a.) de Zeyd b. Sabit’ten (ra.) her bir bölümün ikişer nüshasının karşılaştırmalı kontrolünü yaparak “Mushaf” adıyla toplamasını istedi. Zira “Kurra” ve “Hameletu’l-Kur’an” adı verilen hafızların savaşlarda şehit olması ve tahrifat endişesi gibi sebepler tek bir yazılı metnin hazırlanması zaruretini doğurmuştu.Böylece Kur'an-ı Kerim, Mushaf yani iki kapak arasındaki yazılı kitap şekline getirilmiş oldu. Bu ilk nüsha, Hz. Ebu Bekir'den sonra Hz.Ömer'e ondan da kızı Hz.Hafsa'ya emanet olarak geçti. Hz.Hafsa onu korudu.Hz.Osman döneminde yeni müslüman olan yerlerde çeşitli ağızlar ortaya çıkması , yeniden Kur'an-ı Kerim'in tahrif edilebileceği endişesini  ortaya çıkardı. Hz.Osman , bunun üzerine Hz. Hafsa'daki Kur'an-ı Kerim'i getirtti ve çoğaltarak önemli İslam merkezlerine gönderdi.

Okuma Parçası Kur'an-ı Kerim'in Yazılışı ve Kitap Haline Getirilmesi

Peygamber Efendimiz (asm) bir çok hadislerinde, kendinden sonra. özellikle dört halifeye ve genel olarak da sahabelerine uymayı emreder. Eğer Peygamber Efendimiz (asm) her konuda vasiyet etseydi, o zaman yeni olaylar karşısında "vasiyet olmadığı için yapamayız" gibi düşüncelerle çözümler üretilemezdi. Bu nedenle Halifelik ve Kur'an'ın toplanması gibi önemli konularda bile vasiyet edilmemiştir. Böyle çok önemli konularda bile ashabın çözüm yollarına uyulması, diğer konularda onların örnek alınacağına ayrıca bir delil olabilmiştir. Diğer taraftan bu ve buna benzer konularda ashabın çözüm yolu bulması, bundan sonra meydana gelecek olaylarda nasıl bir yöntem izlenmesi gerektiği de gösterilmiş olmaktadır.
O (asm), insanlığı kurtuluşa çağıran, karanlık dünyada yolları aydınlatan bir ziya ve nur mesabesinde idi. Bu görev için seçilerek ilahi bir terbiyeden geçmiş ve nihayet, kemal döneminde görevlerin en yücesi ile vazifelendirilmişti. Resulullah, görevinde son derece titizdi. Vahyi telakki ederken ve de sonraki davranışları bunu ortaya koyar. Mesela O (asm), vahiy hali vuku bulduğunda, bildirileni çabuk ezberleyip kalbine yerleştirmek için dilini hareket ettiriyor.(Kıyamet, 75/16) Gelen vahiyleri özel katiplerine kaydettiriyordu.
Kur’an-ı Kerim kırk iki vahiy katibi tarafından yazılmıştır. En meşhurları Mekke'de Abdullah b. Sa'd, Medine'de ise Übey ibni Kab'dır. Kur’an ayetleri kağıt, bez, deri parçaları, taş, tuğla, kürek kemikleri üzerine yazılmıştır. Her Ramazan ayında nazil olan vahiy pasajlarını (Kur'an-ı Kerim'i) baştan sona Cebrail (as)'e arz ediyordu. Karışıklığı önlemek için de gelen vahyin nereye konulacağını belirtiyordu. Peygamber Efendimiz (asm) hayatta olduğu sürece vahiy devam ettiğinden, Kur’an metni, iki kap arasında mushaf haline getirilemezdi. Böyle yapılmış olsaydı sık sık değişiklik yapmak, araya girecek birkaç ayeti yerleştirmek için, ikide bir çok sayıda yazılmış metni imha etmek mecburiyeti hasıl olacaktı. Diğer taraftan Kur’an metni birçok hafız tarafından ezberlenip devamlı surette okunuyor ve ashabın bir kısmının nezdinde yazılı nüshalar da bulunuyordu. Üstelik Hz. Peygamber (asm) gibi bir teminat mercii vardı. Bu yüzden metnin muhafazası konusunda endişeye sebep yoktu.
Ayrıca El-Hakim (Ö 405-1014) Müstedrek’inde “Kur’an metninin biraraya getirilmesi üç defa yapılıp, birincisi Resulullah’ın huzurunda olmuştur.” dedikten sonra, bu hükmüne esas teşkil eden şu hadisi, Zeyd İbn Sabit’den (Buhari ve Müslim’in rivayet şartlarını taşıyan bir senedle) nakleder. Zeyd diyor ki: “Biz, Hz. Peygamber’in huzurunda Kur’an’ı birtakım parçalardan telif ediyorduk (topluyorduk).” Beyhaki bu hadis hakkında: “Kanaatimce bundan maksad, birkaç ayrı defada indirilen ayet gruplarını, Hz.Peygamber’in nezaretinde sureler halinde derlemektir.”demektedir.
Şu halde vahyi tamamlanan sureleri Peygamberimiz (asm), mevcut en uygun malzemeye, birtakım sahifeler halinde temize çektirip muhafaza ediyordu. Peygamberimizin (asm) hayatında birçok sahabi Kur’an’ı hem hafızalarında hem de sahifelerinde toplamış bulunuyorlardı. O’nun ahirete irtihali üzerine Hz.Ali (ra) derhal evine kapanmış, “Kur’an’ı cemetmedikçe cuma namazına çıkmak hariç, ridamı giymemeye yemin ettim.” diyerek, sözünü yerine getirmiş, Kur’an’ı cemetmedikçe Hz. Ebu Bekir’e biat etmemişti.
KUR’AN’IN MUSHAF HALİNE GETİRİLMESİ:
Hz. Peygamber (asm)’in vefatından sonra ilahi rehber Kur’an metninin, ümmetin icmaından geçmek suretiyle, tek kelimesinden şüphe edilmeyecek tarzda; kıyamete kadar hiç kimsenin itiraz edemeyeceği tarzda toplanması gerekmişti. Zeyd İbn Sabit (ra) diyor ki:
“Yemame savaşında ashabın öldürülmesini müteakib, Hz. Ebu Bekir (ra) beni çağırttı. Yanına vardım. Hz.Ömer de orada idi. Ebu Bekir bana dedi ki:
'Ömer bana gelip dedi ki:
'Yemame ‘de Kur’an hafızları çok zayiat verdi. Bu gibi vakalarda hafızların ölmeleriyle Kur’an’ın birçoğunun zayi olmasından endişe ederim. Bana kalırsa Kur’an’ın cem edilmesi için bir emir çıkarman gerekir.'
Ben de Ömer’e şöyle cevap verdim:
“Resulullah’ın yapmadığı bir işi nasıl yapabilirsin?”,
Ömer:
“Vallahi bu hayırlı bir teşebbüstür." dedi.
Sonra bu iş üzerinde o kadar durdu ki, bana söyleye söyleye neticede Allah kalbime bu işi yatırdı, ben de onun görüşünü benimsedim.”
Zeyd devamla diyor ki: “Ebu Bekir bana dönüp şöyle dedi:
“Sen genç, dinç, zeki bir adamsın. Kimse ittiham edemez. Zaten Resulullah’ın da vahiy katibi idin. Kur’an metnini topla.”
Vallahi bir dağı yerinden nakletmemi isteselerdi, Kur’an’ı toplama mes’uliyeti kadar bana ağır gelmezdi. Neticede Kur’an’ı hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeye başladım.” (Buhari)
Kaynakların ittifakla bildirdiğine göre, Hz. Ebu Bekir (ra), Zeyd’e asla hafızasına güvenmemesini, her ayet için iki delil olmak üzere, iki şahıstan yazılı nüsha aramasını emretti. Bu iş için Zeyd, Hz.Ömer (ra)’in yardımını şart koşmuş, O da ciddi bir şekilde kendisine yardım etmiştir. Zeyd bizzat kendisi iyi bir hafız olduğu halde, kendisi gibi başka hafızlarla da yetinmeyip, her ayet hakkında mukabele görmüş iki yazılı şahid aramak gibi son derece titiz ve ilmi bir usul takib etmiştir. Bu şekilde Hz.Ebu Bekir (ra) devrinde biraraya getirilen sahifelere “el- Mushaf” denilmiştir.
HAFIZ SAYISI:
 Buhari’nin Es-Sahih’inde rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (asm) henüz hayatta iken meydana gelen ‘Bi’ru Maune’ olayında şehid olan ‘kurra’nın sayısı yetmiş kadardır. Hz. Peygamber (asm)'in vefatını takip eden yıl içinde meydana gelen dinden dönme olayları üzerine yapılan savaşlarda, Yemame’de şehid olan ‘kurra ve huffaz’ın sayısı da bazı alimlere göre 450-500 kadar bazılarına göre ise 700 kadardır.
Bir başka önemli nokta da Hz. Peygamber (asm) hayatta iken vahyin henüz son bulmamış olmasıdır. En son nazil olan birkaç sure veya ayet, bazı kimseler tarafından bilinmeyebilir. Hamidullah’a göre Peygamberimiz (asm) vefat ettiğinde 3.000 kişi Kur'an’ı ezbere biliyordu. Zeyd B. Sabit (ra)’in yazmış olduğu Kur'an ile Hz. Muhammed’e (sav) indirilen Kur'an arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü, Kur'an’ı herkes ezberliyor, ayrıca ezberlediklerini yazılı vesikalarla te’yid ediyorlardı. Her gün namazda okunan ve ona göre amel edilen şey nasıl unutulabilir? Kur'an ayetleri öyle ahenkli iniyordu ki, herkesin kolayca ezberleyebileceği kadar azar azar iniyordu
SON SÖZ
"Kur´ânı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da, şübhesiz ki, biziz."
                                 Hicr Suresi,9 .Ayet Meali

Kur'an ve Sünnette İlim

  İlim, hem cehalet hem de zan kavramlarının zıddı olarak hayata dair yol gösterici birikim elde etme üzerine temellendirilmiştir. Kur’an’a göre Allah (c.c.) görünen ve görünmeyen herşeyin bilgisine sahiptir. 
    İslamiyet bir ilim dini, onun meydana getirdiği medeniyet de her şeyden önce bir ilim medeniyeti olarak şekillenmiştir. Varlıkların olduğu gibi bilginin de engin bir deniz olarak yegâne sahibinin ve kaynağının Allah (c.c.) olduğu gerçeği, Kur’an’da birçok kez vurgulanmaktadır.
         Yunus suresi 5. ayette “O, güneşi bir ışık (kaynağı),ayı da (geceleyin) bir aydınlık kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, ayetlerini bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.” buyurmaktadır
      Kesinliğe ulaşmamış bir bilgi,İslam dininde değerli ve geçerli değildir. Nitekim,Yunus suresi 36. ayette : “Zan ise şüphesiz ki Hak karşısında hiçbir şey ifade etmez.” buyurur Cenab-ı Hak.
       Peygamber (s.a.v.) ve Kur’an’ın ilk muhatapları, okuma ve yazma başta olmak üzere tüm ilmi faaliyetin yaygınlaşması için önemli çaba harcamışlardır. 
    Delil ve gerekçe:Hz. Peygamber (s.a.v.) “ilim öğrenmek, her Müslümana farzdır.”
   [ Kaynak:İbn Mace, Mukaddime, 17. ] buyurmuştur. Zira imanın uygulaması olan ibadetlerin yerine getirilmesi için de coğrafya, astronomi, matematik gibi temel ilimlere ihtiyaç vardır
     Uygulama:Bedir Savaşı’nda esir alınan Mekkeli müşriklerin on Müslümana okuma-yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakma kararı.

10 Şubat 2019 Pazar

Türk Dünyasında Yetişmiş Bazı Bilim İnsanları



Akşemseddin (1390 -1459)
Küçük yaşta Hafız oldu.Dinî ilimler yanında iyi bir tıbb eğitimi de aldı. Eğitimini tamamladığında hem tıbb açısından hem de dinî ilimler açısından zamanının en iyi alimlerinden biri oldu.
Hacı Bayram-ı Veli'nin müridi ve Fatih Sultan Mehmed'in ise lalasıdır( hocasıdır). Aynı zamanda öğrencileri ve müritleriyle birlikte İstanbul'un fethine katıldı.
Tıbb alanında "Maddet'ül Hayat" adlı eseriyle mikroplara, kalıtsal hastalıklara ve ruhsal hastalıklara değindi ve uygulamalarında başarılı sonuçlar elde etti.Kalıtsal hastalıklara Pasteur'den önce değinerek öne geçmiştir.
 Eserleri:1) Risalet-ün-Nuriyye: Tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara cevab mahiyetindedir. Arabça olup, kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. 2) Def'ü Metain, 3) Risale-i Zikrullah, 4) Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli, 5) Malumat-ı Evliya, 6) Maddet-ül-Hayat, 7)Nasihatname-i Akşemseddin.

Uluğ Bey(1394-1449)
Uluğ Bey, Timurlenk´in torunlαrındαn biridir. Αsıl αdı Mehmet Torgαy olαn Uluğ Bey’in bαbαsı Muînüddin Şαh Ruh´tur.
 1446’dα bαbαsının ölümü üzerine hükümdαr oldu. Hükümdαrlığı yıllαrındα mαtemαtik ve αstronomi ile yαkındαn ilgilendi. Astronomiye dair eserler (Zeyc Gürgani ve Zeyc Cedit Sultani ) verdi.
ALİ KUŞÇU (1403-1474)
Ali Kuşçu, küçük yaşlarda matematik ve astronomi bilimleri ile ilgilenmeye başlamıştır ve böylece o dönemin en iyi eğitimcilerden bu alanlarda eğitimler almıştır. Uluğ Bey’in yardımcılığını yapan Ali Kuşçu aynı zamanda rasathane müdürlüğü görevlerinde de yer almıştır. Fatih’in daveti üzerine İstanbul’a geldi.Türkiye'deki   ilk  gerçek astronomdur. Pek çok eser vermiştir.
Ali Kuşçunun Astronomi Türündeki  Eserleri

Şerh-i Zîc-i Uluğ Bey

Risâle fî Halli Eşkâli Mu‘addili’l-Kamer li’l-Mesîr (Fâide fî Eşkâli ‘Utârid)
Risâle fî Asli’l-HâricYumkin fî’s-Sufliyyeyn
Şerh ‘ale’t-Tuhfeti’ş-Şâhiyye fî’l-Hey’e
Risâle der ‘İlm-i Hey’e
El-Fethiyye fî ‘İlmi’l-Hey’e
Risâle fî Halli Eşkâli’l-Kamer



Ali Kuşçunun Matematik Eserleri:

er-Risâletu’l-Muhammediyye fî’l-Hisâb
Risâle der ‘İlm-i Hisâb
Kelâm ve Usûl-i Fıkıh Eserleri:
eş-Şerhu’l-Cedîd ‘ale’t-Tecrîd
Hâşiye ‘ale’t-Telvîh
Mekanik Aletleri Hakkındaki Eseri:
et-Tezkire fî Âlâti’r-Ruhâniyye
Ali Kuşçunun Dil ve Belagat Eserleri:
Şerhu’r-Risâleti’l-Vad‘iyye
el-İfsâh
el-‘Unkûdu’z-Zevâhir fî Nazmi’l-Cevâhir
Şerhu’ş-Şâfiye
Risâle fî Beyâni Vad‘i’l-Mufredât
Fâ’ide li-Tahkîki Lâmi’t-Ta‘rîf
Risâle mâ Ene Kultu
Risâle fî’l-Hamd
Risâle fî ‘İlmi’l-Me‘ânî
Risâle fî Bahsi’l-Mufred
Risâle fî’l-Fenni’s-Sânî min ‘İlmi’l-Beyân
Tefsîru’l-Bakara ve Âli ‘İmrân

Osmanlı Eğitim Kurumları



Osmanlı Devleti, her devlet  gibi kendi varlığını sürdürmesi için gereken insan gücünü yetiştirmek için eğitim sistemine  büyük önem verdi. Bu konuda kendisinden önceki Türk İslam eğitim sistemini örnek aldı.
Osmanlı eğitim sisteminde temel kurum, medreselerdi. Medreselerde dinî bilimler yanında matematik ve coğrafya  gibi bilimlerin de eğitimi verilmekteydi. Burda  yetişenler ilmiye sınıfı içinde yer almaya başlayarak yükselirlerdi.
A.Medreseler
İlk Osmanlı medresesini Orhan Gazi kurmuştur. Müderrisliğine Davud-ı Kayserî  atanmıştır.Giderleri için ise vakıf kurulmuştur. 
Kuruluş sırasıyla medreseler:
1.Orhan Gazi Medresesi
2.Lala Şahin Medresesi
3.Hüdavendigâr Medresesi (I.Murad)
Bunları diğer medreseler takip etmiştir.
Medrese mezunları eğitimlerine göre müderris(öğretmen), doktor(hekim) ve benzeri meslekleri yapmaya başlarlardı.
B.Tekke ve Zaviyeler
Tarikatların mensuplarına (bağlılarına) dinî ve ilmî eğitim verdikleri ve ibadet yaptıkları yerlerdi. Tekke büyük ve tam teşkilatlı olan, zaviye ise küçük olan tarikat eğitimi ve ibadet yapma yeriydi.

İslam Hukuku

Hukuk : Belli bir ülkede kişilerin birbirleriyle , toplumla ve devletle ilişkilerini düzenleyen , devlet gücüne dayalı, maddi zorlamaya kadar varan yaptırım araçları ile desteklenen kurallar bütünüdür.
Fıkıh : İslam’da bireysel ve toplumsal yaşama ilişkin düzenleyici kurallar bütününü ifade etmek için kullanılır.
 Dinde derin kavrayış sahibi olma anlamında da kullanılmaktadır. 
İslam Fıkhının Oluşum Tarihi:
Hz. Peygamber, sahabe, tabiun dönemlerinde hazırlık safhasının tamamlandığı; müctehid imamlar döneminde sistemleşmeye başladığı; mezhep merkezli dönemde ise sistemin olgunlaştığı ifade edilebilir
Fıkıh ” Kişinin haklarını ve sorumluluklarını bilmesi ” Ebu Hanife
Ebu hanife’nin eserleri

el-Fıkhul Ekber 
el-Fıkhul Ebsat
er- Risale

Ebu Hanife yanında diğer  amelî mezhep imamlarının hepsinin de mezheplerinin esaslarını ortaya koyan kitapları mevcuttur.

Dinde fıkıh , ahkamda fıkıhtan üstündür . 
                  Ebu Hanife
Fıkıh Usulü: İslam Hukukunun yapılış yöntemi anlamına gelir.
Fıkıh usulüyle oluşturulan fıkıh ise FÜRUAT olarak isimlendirilir.
Füruatın kısımları:
1) İbâdât(Namaz, oruç, zekât ve benzeri)
2) Münâkehât(evlenme, boşanma, nafaka v.s.)
3) Muâmelât (Kişiler ve kurumlar arası ilişkiler)
4) Ukûbât(Suçlar ve cezalar)
İslam Hukukunun Temel İlkeleri:
1. Kolaylık
İlahi iradenin mükelleflerin zorluk ve sıkıntı içinde değil bilakis kolaylaştırmayı hedeflediği bizzat Kur'an-ı Kerim'de açıklanmıştır. Peygamberimizde günah söz konusu olmadığı müddetçe her iki alternatifin en kolayını tercih ettiği nakledilmektedir. Örneğin ikrah, hastalık, yolculuk, hata, unutma ve benzeri hususlarda sağlanan kolaylıklar...
İslam Dininde İnsanlara takva yolu tavsiye edilmiş. fetva yolu ise uygulanmıştır. 

6 Şubat 2019 Çarşamba

DİĞER TÜRK TOPLULUKLARI



1.Avarlar
Türklerin İlk İstanbul'u kuşatmasını yaptılar.
Hem Asya hem Avrupa’da devlet kurdular.
Avrupa Avarları Hristiyanlığı kabul eden ilk Türklerdir. Zamanla asimile olmuşlardır.
Avrupada Germen ve Slav sanatlarını etkilediler
2.Türgişler
Orta Asyada Emevilere ve Karahanlılara karşı savaşlar yaptılar.
Kendi adlarına para bastırdılar ( Baga Tarkan Dönemi) 

3.Bulgarlar
Tuna ve İdil diye ikiye ayrıldı. Tuna Bulgarları Hristiyan; İtil (Volga) Bulgarları Müslüman oldular.
İstanbul’u kuşattılar. 
4.Hazarlar
Museviliği ( Yahudiliği) benimseyen tek Türk topluluğudur. Egemen oldukları geniş sahada ticaretin serbestçe yapılmasına ve gelişmesine ortam hazırlamışlardır. Karada olduğu gibi denizlerde de ticaretin gelişmesini sağlamışlardır.
5.Oğuzlar (Uzlar)
Türk tarihinde en etkili ve kalabalık boydur.
İlk devletleri Oğuz Yabgu Devletidir ( X.Yüzyıl)
Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlıyı kurdular.
6.Karluklar
Talas Savaşı’nda Abbasilere yardım ettiler.
İlk Müslüman olan Türk boyudur.
Orta Asya'da İslamiyetin yayılması için Türgişlere karşı savaştılar
Karahanlı Devletinin kurulmasında etkili oldular
7.Kırgızlar
Ötüken Bölgesinde kurulan son Türk devletidir. Manas Destanı Kırgızlara aittir.
Uygur Devletini yıkarak kurulan bir devlettir.
Kırgız Devleti yıkılınca önce Moğol Egemenliğine, ardından Rusların egemenliğine girmişlerdir. 1991 de yeniden bağımsızlık kazanmışlardır. 
8.Macarlar
Fin-Ugor kavimlerinden olan Türklerdendirler.Karadenizin kuzeyinden bugünkü yurtlarına gelmiş . Orda Hristiyanlığı kabulden sonra asimile olmuşlardır.
9.Peçenekler
Orta Asya’dan batıya doğru göç etmişler .Balkanlarda yaşamış.Fakat devlet kurmamış bir Türk topluluğudur.
10.Kumanlar (Kıpçaklar)
Ruslarla mücadele eden Kumanlar, Balkanlarda ve Karadeniz'in kuzeyinde yaşamışlardır.İslamiyetin benimsenmesinden sonra İslam devletleri için önemli bir asker kaynağı olmuşlardır.Özellikle Memluklar Devletinde önemli roller oynamışlardır.
11.Sibirler (Sabirler)
Bizanslılar ve Sasanilerle mücadele etmişlerdir. Avarların baskısı sonucu bir kısmı Doğu Avrupa’ya göç etmişlerdir. Hazarların atalarıdırlar. Ayrıca atayurtlarıSibiryaya isimlerini vermişlerdir.
12.Akhunlar/Eftalitler
Büyük Hun devleti yıkıldıktan sonra, Çin baskısına dayanamayıp Afganistan’ın kuzeyine yerleşmişlerdir.Sasaniler ve Köktürklerce İpek yolu hakimiyeti için yıkılmışlardır.
13Başkırtlar
Ural Dağları çevresinde yaşayan Başkırtlar,XIII. yüzyılda İslamiyeti kabul ettiler.Tarihlerince önce diğer Türk Boylarının ardından Moğolların,sonrada Rusların egemenliği altına girmişlerdir.Günümüzde Rusya'ya bağlı bir özerk cumhuriyettirler.