Dersimiz Tarih

1 Mayıs 2019 Çarşamba

Topkapı Sarayı

Fotoğraflar bu linkte  Topkapı Sarayı Mimari Bölümler
Sanal tur için önce şuraya gidelim.Kutsal Emanetler Turu
Harem için buraya gidelim Topkapı Sarayı Harem
Genel panorama için ise şuraya bakalım Topkapı Sarayı Genel Panorama
Saraydaki çoğu yapı Fatih döneminde yapılmıştır fakat bu yapıların değiştirildiği de olmuştur. Yine de iskelet yapı Fatih döneminde yapılmıştır. Osmanlı döneminde Topkapı Sarayı yapılan ilk saray değildi. İlk yapılan saray Eski Saray'dı. Saray-ı Atik de denirdi. O zamanlar İstanbul Üniversitesi'nin rektörlüğünün olduğu bölgede olan Eski Saray'ın yerine, Sarayburnu'nun stratejik konumu, Haliç ve Boğaz'a hakimiyetinin farkına varan Fatih, buraya Yeni Saray'ı yaptırma kararı almıştır. 
Osmanlı Devleti’nde Saray Teşkilatı üç bölümden oluşmaktadır. Bunlar;
  1. Enderun (İç Saray)
  2. Birun (Dış Saray)
  3. Haremi Hümayun

ENDERUN (İÇ SARAY)

  1. II. Murat zamanında kurulmuş olup II. Mehmet (Fatih) zamanında geliştirilmiştir.
  2. Burada devlet adamları eğitim ve öğretim de alırlardı.
  3. Padişahın özel görevlileri bu bölümde bulunurdu.
  4. Enderun mektebine alınan çocuklara dini dersler, dil ve edebiyat dersleri ve diğer ilimlerin dersleri okutulurdu.
  5. Ayrıca Osmanlı saray geleneği ve görgüsüyle, protokol kaideleri ve bürokratik işler Enderun Mektebi’nde öğretilirdi. Bunların yanında çeşitli sanat kollarında beceriler kazandırıldığı gibi sportif faaliyetlere de yer verilirdi.

BİRUN (DIŞ SARAY)

  1. Devlet meselelerinin görüşüldüğü bölümdür.
  2. Padişahın resmi hayatı burada geçerdi.
  3. Padişahın yabancı devlet adamlarını kabul ettiği ve devlet işlerine baktığı bölümdür.

Harem

  1. Padişahın ailesinin bulunduğu ve aile hayatını geçirdiği bölümdür.
  2. Padişahın izni olmadan Harem’e herhangi bir kimsenin girmesi mümkün değildi.

İslam Medeniyetinin Beşiği Olan Şehirler 1

Mekke’de doğan, Medine'de devlet haline gelen İslamiyet, fetihler, göçler, alimler ve tüccarlar eliyle kısa sürede Uzak Doğu’dan Atlas Okyanusu’na, Avrupa’nın içlerinden Afrika’nın güneyine kadar geniş bir alana yayılmıştır.
İslam coğrafyasında yer alan; Mekke, Medine, Kudüs, Kûfe, Kahire, Şam, Halep, Bağdat, Kurtuba, San’a, Marakeş, Tunus, Fas, Kayravan,Tlemsen, Timbuktu, Semerkant, Buhara, Belh, Herat, Kazan, Musul, Bursa, İstanbul, Saraybosna, Isfahan, Yezd, Şiraz, Kabil, Lahor, Delhi, Agra ve daha birçok şehirde İslam medeniyetini temsil eden seçkin ürünler ortaya konmuştur.
Medeniyetimizde Mekke, Medine, Kudüs, Kurtuba ve İstanbul birçok özellikleri nedeniyle ayrıcalıklı bir yere sahiptir
Mekke
Dağların arasındaki susuz bir vadide kurulmuş, zemzem ile hayat bulmuş, Kabe ile şehre dönüşmüştür. Kur’an’da ‘şehirlerin anası’ olarak nitelenmesi yeryüzünde kurulan ilk şehir olduğunu göstermektedir.
Özellikleri:
1. Allah’a (c.c.) kulluk maksadıyla inşa edilmiş ilk mabet olan Kabe burada yer alır.
2. İslamiyet burada doğmuştur.
3. İslam dünyasında ilmi faaliyetlerin gerçekleştiği ilk merkezlerden biridir.
4.Günün her vaktinde her iklimdeki Müslümanların namaza durduklarında, kalpleri ve yüzleriyle yöneldikleri kıbleleridir.
5.Hac farizası sayesinde dünya Müslümanlarının yılda bir kez toplanıp meselelerini müzakere etme imkânı bulabileceği  ortak mekândır.
6.Harem kılınarak Allah (c.c.) tarafından koruma altına alınmıştır.
Medine
En önemli özelliği Nebi’nin şehri olmasıdır. Kapılarını, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) savaşsız açmasından dolayı Kur’an’la fethedilmiş şehir kabul edilir. Haremeyn’den olması yönüyle Mekke ile kardeştir. Birbirini tamamlayan bu iki şehir İslam medeniyetine kaynaklık etmiştir.
1. İslam ve dünya tarihinin değişmesinde bir dönüm noktası olan Hicretin yurdudur.
2.Çarşısı, yönetim birimleri bizzat ,Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından kurulmuştur.
3.İslam Devleti’nin ilk başkentidir.
4.Ensar ve Muhacir, İslam akidesi gereği burada kardeş kılınmıştır.
5.Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından şehirdeki kabileler arasındaki ihtilaflar giderilmiş, Müslümanlara mahsus bir hayatın ve medeni toplumun temelleri bu şehirde atılmıştır.
6.Hz. Peygamber(sav) tarafından harem yapılmış, gayrimüslimlerin şehirde ikametine izin verilmemiştir.
7.İslam medeniyetinin mutluluk ve en iyi yaşanma zamanları olan saadet asırları (Asr-ı Saadet) bu şehirde yaşanmıştır.
8. İslami ilimlerin doğup geliştiği ve ilmi ekollerin oluştuğu bir şehirdir.
9.Şehir hangi  Müslüman devletin elinde olursa olsun yöneticiler, Mescid-i Nebi’nin genişletilmesi ve bakımının yanında, mescit, medrese, tekke, zaviye, sebil, imaret ve vakıflar kurmak suretiyle şehirdeki Müslümanların ihtiyaçlarını gidermişlerdir.
10.Şehre gösterilen özen ve şehrin kutsallığı burayı, İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanların yerleşmek istedikleri bir çekim merkezini heline getirmiştir.
DEVAM EDECEK

24 Nisan 2019 Çarşamba

Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler

                Hazırlanan her proje ve performans ödevinde burda yazılı büyük harf kullanım yerlerine dikkat edilmelidir. Aksi not kaybı olarak değerlendirilecektir.
        A.Cümle büyük harfle başlar: Ak akçe kara gün içindir.
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. (Atatürk)
Cümle içinde tırnak veya yay ayraç içine alınan cümleler büyük harfle başlar ve sonlarına uygun noktalama işareti (nokta, soru, ünlem vb.) konur:
Atatürk "Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!" diyor.
Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (Nurullah Ataç)
        UYARI: İki çizgi arasındaki açıklama cümleleri büyük harfle baş­lamaz:
        Bir zamanlar -bu zamanlar çok da uzak değildir, bundan on, on iki yıl önce- Türk saltanatının maddi sınırları uçsuz bucaksız denilecek ka­dar genişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
        Bu sefer de onları -her zamanki yerlerinde bulmak ihtimaliyle- farkında olmadan aramıştım. (Ahmet Hamdi Tanpınar)
İki noktadan sonra gelen cümleler büyük harfle başlar:
        Menfaat sandalyeye benzer: Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir. (Cenap Şahabettin)
UYARI: İki noktadan sonra cümle ve özel ad niteliğinde olmayan örnekler sıra­landığında bunlar büyük harfle başlamaz:
Bu eskiliği siz de çok evde görmüşsünüzdür: duvarlarda çiviler, çivi yerleri, lekeler... (Memduh Şevket Esendal)
UYARI: Rakamla başlayan cümlelerde rakamdan sonra gelen kelime özel ad değilse büyük harfle başlamaz: 2007 yılında Türk Dil Kurumunun 75. yılını kutladık.
Örnek niteliğindeki kelimelerle başlayan cümlede de ilk harf büyük yazılır: "Banka, bütçe, devlet, fındık, kanepe, menekşe, şemsiye" gibi yüzlerce ke­lime, kökenleri yabancı olmakla birlikte artık dilimizin malı olmuştur.
"Et-, ol-" fiilleri, dilimizde en sık kullanılan yardımcı fiillerdir.
B. Dizeler büyük harfle başlar:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
        Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Muhibbi)
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. (Mehmet Akif Ersoy)
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik. (Yahya Kemal Beyatlı)
C. Özel adlar büyük harfle başlar:
1. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar: Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Kâzım Karabekir, Ahmet Haşim, Sait Faik Abasıyanık, Yunus Emre, Karacaoğlan, Âşık Ömer, Wolfgang von Goethe, Vilhelm Thomsen vb.
Takma adlar da büyük harfle başlar: Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman), Demirtaş (Ziya Gökalp), Tarhan (Ömer Seyfettin), Aka Gündüz (Hüseyin Avni, Enis Avni), Kirpi (Refik Halit Karay), Deli Ozan (Faruk Nafiz Çamlıbel), Server Bedi (Peyami Safa), İrfan Kudret (Cahit Sıtkı Tarancı), Mehmet Ali Sel (Orhan Veli Kanık) vb.
2. Kişi adlarından önce ve sonra gelen unvanlar, saygı sözleri, rütbe adları ve lakaplar büyük harfle başlar: Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Kaymakam Erol Bey, Dr. Alâaddin Yavaşça; Sayın Prof. Dr. Hasan Eren; Mustafa Efendi, Zeynep Hanım, Bay Ali Çiçekçi; Mareşal Fevzi Çakmak, Yüzbaşı Cengiz Topel; Mimar Sinan, Fatih Sultan Mehmet, Genç Osman, Deli Petro vb.
Akrabalık adı olup lakap veya unvan olarak kullanılan kelimeler büyük harfle baş­lar: Baba Gündüz, Dayı Kemal, Hala Sultan, Nene Hatun; Gül Baba, Susuz Dede, Telli Baba vb.
UYARI: Akrabalık bildiren kelimeler küçük harfle başlar: Tülay ablama gittim. Ayşe teyzemin keki çok güzel.
3. Cümle içinde özel adın yerine kullanılan makam veya unvan sözleri büyük harfle baş­lar: Uzak Doğu’dan gelen heyeti Vali dün kabul etti.
        4. Saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, unvan bildiren kelimeler büyük harfle başlar:
Sayın Bakan,
Sayın Başkan,
Sayın Rektör,
Sayın Vali,
        Mektuplarda ve resmî yazışmalarda hitaplar büyük harfle başlar:
        Sevgili Kardeşim,
Aziz Dostum,
Değerli Dinleyiciler,
5. Hayvanlara verilen özel adlar büyük harfle başlar: Boncuk, Fındık, Minnoş, Pamuk vb.
6. Millet, boy, oymak adları büyük harfle başlar: Alman, Arap, İngiliz, Japon, Rus, Türk; Kazak, Kırgız, Oğuz, Özbek, Tatar; Hacımusalı, Karakeçili vb.
7. Dil ve lehçe adları büyük harfle başlar: Türkçe, Almanca, İngilizce, Rusça, Arapça; Oğuzca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca vb.
8. Devlet adları büyük harfle başlar: Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan, Azerbaycan, Kırım Özerk Cumhuriyeti vb.
9. Din ve mezhep adları ile bunların mensuplarını bildiren sözler büyük harfle başlar: Müslümanlık, Müslüman; Hristiyanlık, Hristiyan; Musevilik, Musevi; Budizm, Budist; Hanefilik, Hanefi; Katoliklik, Katolik vb.

10. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar: Merkür, Neptün, Satürn; Halley vb.
UYARI: Dünya, güneş, ay kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldıklarında küçük harfle başlar:
Biz dünyadan ayrı yaşarken dünya epey değişmiş. (Hüseyin Cahit Yalçın)
11. Düşünce, hayat tarzı, politika vb. anlamlar bildirdiğinde doğu ve batı sözlerinin ilk harfleri büyük yazılır: Batı medeniyeti, Doğu mistisizmi vb.
UYARI: Bu sözler yön bildirdiğinde küçük yazılır: Bursa’nın doğusu, Ankara’nın batısı vb.
12. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy, semt vb.) büyük harfle başlar: Afrika, Asya; Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu; İstanbul, Taşkent; Turgutlu, Ürgüp; Akçaköy, Çayırbağı; Bahçelievler, Kızılay, Sarıyer vb.
13. Yer adlarında ilk isimden sonra gelen ve deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler büyük harfle başlar: Ağrı Dağı, Aral Gölü, Asya YakasıÇanakkale Boğazı, Dicle Irmağı, Ege Denizi, Erciyes Dağı, Fırat Nehri, Süveyş Kanalı, Tuna Nehri, Van Gölü, Zigana Geçidi vb.
UYARI: Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran şehir, il, ilçe, belde, köy vb. sözler küçük harfle başlar: Konya ili, Etimesgut ilçesi, Uzungöl beldesi, Taflan köyü vb.
14. Mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak adlarında geçen mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak kelimeleri büyük harfle başlar: Halit Rifat Paşa Mahallesi, Yunus Emre Mahallesi, Karaköy Meydanı, Zafer Meydanı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ziya Gökalp Bulvarı, Nene Hatun Caddesi, Cemal Nadir Sokağı, İnkılap Sokağı vb.
15. Saray, köşk, han, kale, köprü, kule, anıt vb. yapı adlarının bütün ke­limeleri büyük harfle başlar: Dolmabahçe Sarayı, İshakpaşa Sarayı, Çankaya Köşkü, Horozlu Han, Ankara Kalesi, Alanya Kalesi, Galata Köprüsü, Mostar Köprüsü, Beyazıt Kulesi, Zafer Abidesi, Bilge Kağan Anıtı vb.
16. Yer bildiren özel isimlerde kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğunda, yer adının ilk harfi büyük yazılır: Hisar’dan, Boğaz’dan, Köşk’e vb.
17. Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Devlet Malzeme Ofisi, Millî Kütüphane, Çocuk Esirgeme Kurumu, Atatürk Orman Çiftliği, Çankaya Lisesi; Anadolu Kulübü, Mavi Köşe Bakkaliyesi; Türk Ocağı, Yeşilay Derneği, Muharip Gaziler Derneği, Emek İnşaat; Bakanlar Kurulu, Türk Dili Dergisi Yayın Danışma Kurulu, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı; Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü vb.
18. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge adlarının her kelimesi büyük harfle başlar: Medeni Kanun, Türk Bayrağı Tüzüğü, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği vb.
19. Kurum, kuruluş, kurul, merkez, bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük, yönetmelik ve makam sözleri asılları kastedildiğinde büyük harfle baş­lar:
Türkiye Büyük Millet Meclisi her yıl 1 Ekim’de toplanır. Bu yıl ise Meclis, yeni döneme erken başlayacak.
Türk Dil Kurumu çalışmalarını titizlikle sürdürüyor. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Kurumun 21 Mayıs 2009 tarihinde Kars’ta düzenlediği toplantıda kullanıma açıldı.
2876 sayılı Kanun bu yıl yeniden gözden geçiriliyor.
Yazarlara ödenecek telif ücreti, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği’ne göre düzenlenmektedir. Yapılan işlem Yönetmelik’in 4’üncü maddesine aykırı düşmektedir.
20. Kitap, dergi, gazete ve sanat eserlerinin (tablo, heykel, beste vb.) her kelimesi büyük harfle başlar: Nutuk, Safahat, Kendi Gök Kubbemiz, Anadolu Notları, Sinekli Bakkal; Türk Dili, Türk Kültürü, Varlık; Resmî Gazete, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Yeni Asır; Kaplumbağa Terbiyecisi; Yorgun Herkül; Saraydan Kız Kaçırma, Onuncu Yıl Marşı vb.
UYARI: Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz: Milliyet gazetesi, Türk Dili dergisi, Halı Dokuyan Kızlar tab­losu vb.
UYARI: Kitap, makale, tiyatro eseri, kurum adı vb. özel adlarda yer alan kelimelerin ilk harfleri büyük yazıldığında ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de sözleriyle mı, mi, mu, mü soru eki küçük harfle yazılır: Mai ve Siyah, Suç ve Ceza, Leyla ile Mecnun, Turfanda mı, Turfa mı?, Diyorlar ki, Dünyaya İkinci Geliş yahut Sır İçinde Esrar, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe, Ben de Yazdım, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu vb. Özel adın tamamı büyük yazıldığında ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de sözleriyle mı, mi, mu, mü soru eki de büyük harfle yazılır: DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ vb.
21. Ulusal, resmî ve dinî bayramlarla anma ve kutlama günlerinin adları büyük harfle başlar: Cumhuriyet Bayramı, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Nevruz Bayramı, Miraç Kandili; Anneler Günü, Öğretmenler Günü, Dünya Tiyatro Günü, 14 Mart Tıp Bayramı, Hıdırellez vb.
22. Kurultay, bilgi şöleni, çalıştay, açık oturum vb. toplantıların adlarında her kelimenin ilk harfi büyük yazılır: VI. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, Kitle İletişim Araçlarında Türkçenin Kullanımı Bilgi Şöleni, Karamanlı Türkçesi Araştırmaları Çalıştayı vb.
23. Tarihî olay, çağ ve dönem adları büyük harfle başlar: Kurtuluş Savaşı, Millî Mücadele, Cilalı Taş Devri, İlk Çağ, Lale Devri, Cahiliye Dönemi, Buzul Dönemi, Millî Edebiyat Dönemi, Servetifünun Dönemi’nin, Tanzimat Dönemi’nde vb.
24. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler büyük harfle başlar: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Asyalılık, Darvinci, Konyalı, Bursalı vb.
UYARI: Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa büyük harfle başlamaz: acem (Türk müziğinde bir perde), hicaz (Türk müzi­ğinde bir makam), nihavent (Türk müziğinde bir makam), amper (elektrik akımında şiddet birimi), jul (fizikte iş bi­rimi), allahlık (saf, zararsız kimse), donkişotluk (gereği yokken kahra­manlık göstermeye kalkışma) vb.
UYARI: Para birimleri büyük harfle başlamaz: avro, dinar, dolar, lira, kuruş, liret vb.
UYARI: Özel adlar yerine kullanılan "o" zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz.
UYARI: Müzikte kullanılan makam ve tür adları büyük harfle başlamaz: acemaşiran, acembuselik, bayati, hicazkâr, türkü, varsağı, bayatı vb.
25. Yer, millet ve kişi adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde sadece özel adlar büyük harfle başlar: Antep fıstığı, Brüksel lahanası, Frenk gömleği, Hindistan cevizi, İngiliz anahtarı, Japon gülü, Maraş dondurması, Van kedisi vb.
Ç. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar: 29 Mayıs 1453 Salı günü, 29 Ekim 1923, 28 Aralık 1982’de göreve başladı. Lale Festivali 25 Haziran’da başlayacak.
Belirli bir tarihi belirtmeyen ay ve gün adları küçük harfle başlar: Okullar genel­likle eylülün ikinci haftasında öğretime başlar. Yürütme Kurulu toplantı­larını perşembe günleri yaparız.
D. Tabela, levha ve levha niteliğindeki yazılarda geçen kelimeler büyük harfle başlar: Giriş, Çıkış, Müdür, Vezne, Başkan, Doktor, Otobüs Durağı, Dolmuş Du­rağı, Şehirler Arası Telefon, 3. Kat, 4. Sınıf, 1. Blok vb.
E. Kitap, bildiri, makale vb.nde ana başlıktaki kelimelerin tamamı, alt başlıktaki kelimelerin ise yalnızca ilk harfleri büyük olarak yazılır.
   F. Kitap, dergi vb.nde bulunan resim, çizelge, tablo vb.nin altında yer alan açıklayıcı yazılar büyük harfle başlar. Açıklayıcı yazı, cümle niteliğinde değilse sonuna nokta konmaz.

23 Nisan 2019 Salı

Akdeniz'de Osmanlı Hakimiyetinin Kurulması

Osmanlı  denizciliğinin temeli, sahil beylikleri olan Karesioğulları, Aydınoğulları,Candaroğulları, Saruhanoğulları ve Menteşeoğulları  beyliklerinin alınmasıyla oluşturuldu.
Rumeli'ye geçilince donanma daha gerekli bir ihtiyaç oldu.Bu sebeple Yıldırım Bayezid , Gelibolu'da yeni bir tersane inşa  etti.
Mehmet Çelebi  döneminde  Venediklilerle ilk deniz savaşı  yapılarak tecrübe kazanıldı.
Fatih,İstanbul'un fethi için kurduğu 400 gemilik  donanmayı  İstanbul  fethinin yanısıra  Trabzon Rum İmparatorluğu'nun ,Kırım ve Kefe'nin fethinde de  başarıyla  kullandı.
II.Bayezid,Osmanlı  donamasına  yeni tekniklerle üretilen kadırga ve kalyonlarla  destekleyerek güçlendirdi.Bunun neticesinde Kili, Akkerman'ın alınmasıyla Karadeniz'de ;,Modon,Koron ve Navarin'in alınmasıyla Akdeniz'de hakimiyet güçlendi.
Yavuz döneminde Mısır alınınca Doğu Akdeniz'de güçlü kalmak için donanma güçlendirildi.Bu sebeple Haliç'teki tersane Galata'dan Kağıthane'ye  kadar  genişletildi.Bu  tersaneye  merkezi tersane anlamında "Tersane-i  Âmire" denildi.
Denizlerdeki  bu güçlenme, deniz ticaretinde  güçlenmeyi, o da ekonomik gücü getirdi.Ayrıca bu durum kültürel  etkileşime de  sebep  oldu.
Kanuni  döneminde herşey gibi  donanma da altın çağını yaşadı.Osmanlı Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'nın tamamına hakim hale geldi.
Ünlü Denizcilerimiz

Ahlak ile Terbiye İlişkisi

Öğretim, insana çevresindeki nesneler  ve olaylar hakkında doğru bilgiler kazandırmayı hedefler.
Öğretim faaliyetlerinin doğru sonuçlar vermesi için, terbiye ile yönlendirilmesi ve sınırlarının
belirlenmesi gerekir. Öğretim ile birlikte ahlakını ve karakterini de Rabbinin istediği biçimde
şekillendiren insan, hem çevresine faydalı hem de Rabbinin rızasına uygun davranışlar sergileyen
bir Müslüman haline gelir
Not:  Rab kelimesi sözlükte bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe
inşa edip geliştirmek manasına gelir.
Yüce Allah’ın güzel isminden biri olarak da “Terbiye eden, gözetip koruyan, nimet
veren, ıslah edip geliştiren.” gibi anlamlara gelir.
Din, bir anlamda güzel ahlaktır. Güzel ahlak da elbette ki güzel bir terbiyeyle mümkündür.
  ******
Eğitimin amaçlarından biri de ahlaklı bireyler yetiştirmektir.Nitekim Kur'an ve Sünnet'in temel amaçlarından biri de insanları eğitmek ve terbiye etmektir.
Terbiye ile ahlak, birbirini tamamlayan iki kavramdır. Güzel ahlaklı biri için “terbiyeli”, terbiyeli biri için de “ahlakı güzel” denmesinin sebebi budur.
Sadece öğretimle ahlaki değerlerden yoksun yetişen meslek erbabı, iş ahlakıyla örtüşmeyen davranışlar sergileyebilir. Onları bu tür davranışlardan alıkoyacak olan şey aldıkları terbiye ve bu terbiyenin kazandırdığı güzel ahlak olacaktır. Demek ki terbiye, eğitim ve öğretimi taçlandıran bir değerdir. 
  Eğitim ve terbiye ailede başlar, okulda devam eder. Ailenin bu sorumluluğunu, Peygamber Efendimiz birçok kez vurgulamıştır. Tirmîzî, Birr, 33'te yer alan bir hadisinde “Hiçbir baba, evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir.” buyurarak terbiyenin değerini bizlere öğretmiştir.
   Bir insanı terbiye etmek, onu güzel ahlakla ahlaklandırmak ancak sevgiyle, merhametle ve sabırla mümkün olabilir. Bunu da en güzel şekilde anneler ve babalar başarabilir.Bunu başaran büyük bir iş başardığı için Kur'an-ı Kerim İsrâ suresi, 24. ayet'te geçen şu duayı hakketmiş olur: Rabb’im! Tıpkı beni küçükken koruyup terbiye ettikleri gibi sen de onlara merhamet et.”

Şehrin Düzeni ve Fiziki Unsurları

Her şehrin bir “medinetüsselam” olması amaçlanır. Canlı-cansız tüm varlıkların
hayat hakkı ve var oluş hikmeti göz önünde bulundurulur.
İslam şehrinin yönetiminde yöneticinin anlayışlı, dünyalıklara göz dikmeyen, zevk ve eğlenceye düşkün olmayan, sorumluluk ve takva sahibi kimseler olmasına dikkat edilmiştir.
Yöneticilerle halk aynı mahalleyi ve sokağı paylaşır. Müslümanlar ve gayri müslimler din, mezhep ve geleneklerini kendilerine  sunulan güven ve adalet ortamında rahatça sürdürme imkânına sahiptir.
Mahallelerin ve camilerin birbirine olan uzaklığı, ezan sesinin ulaştığı mesafeye göre belirlenmiştir. 
İslam şehrinde hayatın akışını ibadetlerin yapılma süreçleri düzenler. Günlük işler sabah ve akşam namazı vakitleri arasında bitirilir. 
İslam şehrinin mimari yapılanmasında mütevazılık esastır.
Müslümanların şehircilik anlayışının temel unsurları:
a.Dini merkez: Mabet İslam şehrinin merkezi, adeta kalbi durumundadır.
Camiler, mimari olarak şehre İslami görünüm kazandıran, şehrin kimliğini belirleyen, şehre İslam’ın
mührünü vuran eserlerdir. Örnek: Edirne Selimiye  Camii.  Cami, minare ve ezanıyla İslam şehirlerinin en belirgin unsuru  ve Müslümanların bölgedeki ortak mülkü niteliğindedir.
b.Yönetim merkezi: Peygamberimiz , Mescid-i Nebi'yi aynı zamanda yönetim merkezi olarak kullanmıştır. İdari yapılar mimari ve estetik yönden camilere göre daha mütevazıdır.
c.Ekonomik merkez/çarşı/pazar:  Hz.Peygamber, çarşıyı hemen mescidin yanına inşa ettirmiştir. Bütün İslam şehirleri de bu modeli uygulamıştır.
d.Mahalle: Her dini grup ayrı bir mahallede kendi ibadethaneleri etrafında yerleşmişlerdir.
e.Hamam: Temizliğe verilen önemden dolayı hamamlarda başlıca yapılardan olmuştur.Mesela,  İslam medeniyetinin parladığı şehirlerden  olan (Endülüs)Kurtuba’da da yüzlerce hamam vardı.
f.Mezarlık: Mezarlıklar şehirlerin içinde yer almış.Ölüm gerçeği hayattan dışlanarak yok sayılmaya çalışılmamıştır.Bu şehirde ölüm bir yok oluş değil, yeni bir hayata geçişin kapısıdır.
g.Yol: İslam şehrinde bütün yollar camiiye çıkar. 

Şehir ve Özellikleri

Şehrin birbirinden farklı iş, meslek, yapı ve insan çeşitliliğine sahip olduğu, neredeyse yirmi dört saat
hiç uyumayan bir insan gibidir.
Hareketlilik şehirlerin temel özelliklerinden biridir. Şehir ile şehirliler arasında sürekli bir etkileşim hali söz konusudur.
Şehrin diğer özelliği, kendi sakinleriyle  birlikte farklı bölgelerden gelenlerin yerleştiği bir mekan olmasıdır. Şehrin nüfus yapısı ve diğer özellikleri, şehirlilerin birbirlerine tahammül etmesini gerektirir.
Şehirlerin diğer özelliği kendilerine özgü bir ruhunun olmasıdır. Bu özelliği tam olarak İslam şehirlerinde görmek mümkündür. Mabet, mektep, mahalle, sokak, ev, konuşulan dil, müzik, şiir, yeme-içme ve giyim-kuşam bu ruhtan izler taşır.
Şehrin sakinlerinin şehrin kimliğini oluşturan inanç ve ideallere uygun davranması, şehrin kültüründen ve refahından yararlanması, şehri tanır hale gelmesi, şehri sahiplenmesi ve yaşadığı şehre değer  katacak bilince ulaşmasıyla şehirli kimliği ortaya çıkmış olur.
Müslümanlar kendi hayat anlayışları doğrultusunda yeni şehirler kurmuşlar veya daha önceden
kurulmuş olan bazı şehirleri yeniden planlamışlardır. Örnek: Bağdat ve Kahire.
İslamiyetle birlikte şehircilik alanındaki ilk düzenlemeler Resul-i Ekrem (s.a.v.) tarafından hicretten
sonra kendisine nispetle “Medinetü’n-Nebi” adını alan Yesrib’de yapılmıştır. Bu süreçte İslam şehri
modeli ortaya çıkmıştır. Cuma Namazları, bayram namazları ve medreseler şehirleşmeyi getirmiştir.
Hz.Peygamber (Sav) döneminde yaptığı şehircilik faaliyetleri:
A.Mescidi Nebi'yi inşa etmiştir.
B.Suffe Mektebi'ni kurmuştur.
C.Yolların genişliğini belirlemiştir.
D.Kenar Mahalleler şehirle bütünleştirilmiştir.
E.Cennetülbaki Mezarlığını kurmuştur.
3D MEDİNE
İslam şehirlerinde  medeniyetin hızla gelişmesi 7-11. yüzyıllar arasında gerçekleşmiş, bu dönem şehircilik tarihinde “İslam   dönemi” olarak isimlendirilmiştir.

22 Nisan 2019 Pazartesi

Mısır'da Kurulan İlk Türk İslam Devletleri





1) Tolunoğulları Devleti(868 - 905)
Mısır’a vali olarak atanan Tolunoğlu Ahmed Mısır'da ilk Türk - İslam devleti olan Tolunoğulları Devletini kurdu (868). Suriye'yi de egemenlik altına alan Tolunoğulları Mısır'da tarım, ticaret ve imar faaliyetlerine önem verdiler. Abbasilerce 905'te yıkıldılar.
2) İhşidiler Devleti (935 - 969)
Mısır’da Abbasilerce vali olarak atanan Muhammed b. Tuğc tarafından 935’te kuruldu.Muhammed b. Tuğc'dan sonra oğlu döneminde naib olarak kölesi Ebu Kafur devleti başarılı şekilde yönetti. Onun ölümünden sonra çıkan iç karışıklıklardan faydalanan Fatimiler bu devlete 969'da son verdiler. Kutsal Beldelere hakim olan ilk Türk devletidir.
3)Eyyûbiler Devleti (1174 – 1250)
Fatımî Devleti Haçlı işgali tehlikesi üzerine Musul Atabeyi Nureddin Mahmut Zengi’den yardım istediler. Mahmut Zengi Şirkuh komutasında bir orduyu yardıma gönderdi. Şirkuh'un ölümünden sonra yerine geçen Selahaddin Eyyubi, Fatımî Devleti’ndeki iç karışıklıklara son vererek Eyyûbi Devleti’ni kurmuştur.
Selâhaddin Eyyûbi kısa sürede Suriye, Lübnan ve Hicaz’ı kontrolü aldı. Haçlılarla yaptığı 1187 Hıttin Savaşı'yla kutsal şehir Kudüs’ü kurtardı. Haçlıların bunun üzerine yaptığı III. Haçlı Seferi’nde de İslam dünyasını başarıyla savundu.
Onun ölümünden sonra hanedan üyeleri arasındaki çekişmeden dolayı olan iç karışıklıklarda Memluklerin komutanı Aybey Eyyûbi Devleti’ni yıktı ve Memlûkler Devleti'ni kurdu (1250).
4)Memlükler Devleti (1250 – 1517)
Aybey, Eyyûbi Devleti’ne son vererek Memlük Devleti’ni kurdu. Memlükler 1260 yılında Ayn Calut Savaşı‘nı kazanarak Moğolların ilerleyişini durdurmuşlardır.
Memlükler, Suriye'deki Haçlılarla da başarılı mücadeleler ettiler.
Abbasilerin 1258'de yıkılmasından , Osmanlılarca yıkıldıkları 1517 yılına kadar halifeliği korumaya devam ettiler.

17 Nisan 2019 Çarşamba

Hollanda'nın Başkenti Amsterdam Dilencilerin Başkenti Olmuş 9 Haziran 2017























Kaynak:https://sonhaber.eu/amsterdam-dilencilerin-baskenti-oldu/

İlgili olduğu ders: ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ

16 Nisan 2019 Salı

Osmanlı Devleti'nin 15. ve 16. Yüzyıllarda İzlediği Siyaset ve Etkileri

Roma Katolik kilisesi İslam Dünyasının lideri olarak gördüğü Osmanlı Devleti'ni yıkmak için çeşitli  ittifaklar kurdu.
Osmanlı Devleti buna karşı şu stratejileri  uyguladı:
1.Roma Katolik Kilisesini yalnızlaştırmak
2. Avrupa Hristiyan Birliğini parçalamak.
3.Fethedilen yerlerde adaletli ve hoşgörülü bir yönetim uygulamak . (Bu, Boşnaklarda ve Arnavutlarda islamın kabulünü sağladı.)
4.Katoliklere karşı Ortodoksları ve Ortodoks Patrikhanesini  himaye etmek.
5.Reform hareketlerine destek vermek.
6.Kuzey Afrika'da İspanyol ve Portekiz yayılmacılığına karşı müslümanları korumak ve himaye altına almak.

Şehir ve Medeniyet İlişkisi

Şehir medeniyetin doğduğu yer olup şehir ve şehirli olmadan medeniyet olmaz. 
İbni Haldun'a göre  “kişi önce zaruri ihtiyaçlarını karşılar. Ondan sonra hayatta mükemmelliği arar ve medeniyete doğru yürür. Değerli giyim ve kuşama kavuştuktan sonra bolluk ve refah içine dalar. Kendi seçimiyle şehirliliğin kayıtlarına razı olur”.
Şehrin imkanları daha geniş olduğu için sanat, edebiyat, mimari, bilim, musiki ve zanaat gibi faaliyetleri icra etmek isteyenler burada daha fazla destek ve çalışma imkânı bulur. Ortaya çıkan nitelikli ürünlerin toplum tarafından anlaşılıp takdir edilmesiyle şehir, medeniyetin inkişaf ettiği zemin haline gelir.
Peygamberler, şehirlere  gönderilmiş.Zira bozulma genelde şehirlerde olmuştur.
Toplumda çürüme ve yozlaşma genellikle belirli bir gelişim aşamasına tekabül eden şehir hayatında baş göstermektedir. “Kur’an, toplumun yozlaşması sürecinde, özellikle toplumun ileri gelen kesimlerinin önemli bir rol oynadığına dikkat çekmektedir. Artan refahtan büyük payı alan kesimler, servet ve iktidarın kendilerine verdiği güç nedeniyle hem kendileri sapmış hem de toplumu saptırmışlardır. Dolayısıyla peygamberler, ahlakın ve toplumun ıslahını köyden değil şehirden başlatmışlardır. Bu açıdan bakılınca şehir; bozulma, çürüme ve sapmayı, köy ise dinginliği, saflığı ve alçak gönüllülüğü temsil etmektedir.
İslamiyetin şehir karşısında iki bakışı vardır:  Eğer şehir Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Medinesi gibi toplumu belirli idealler etrafında örgütlüyor ve diğerlerine örnek kılıyorsa olumlu bir misyon yüklenmiştir. Diğer yönden şehir, yerleşik düzenin sağladığı imkânlar dolayısıyla küstahlık, kibir, gösteriş ve Allah’a (c.c.) başkaldırının merkezi haline gelebilir.
 Şehri inşa eden, medeniyeti de inşa eder. Şehrin mekânları bu değerler doğrultusunda şekillenir. Bu nedenle bir şehri tanımak için, sahip olduğu medeniyet birikimine bakmak gerekir. Antik dönem şehirlerinden Roma ve Atina; Hristiyanlara ait şehirlerden Paris ve Viyana ve Müslümanlara ait şehirlerden Mekke, Medine ve İstanbul ait oldukları inanç dairesinin medeniyetini temsil eden merkezleridir.

Şehirleşmenin Tarihçesi

İslam hukuk kaynaklarında şehir daha çok siyasi ve hukuki bir yaklaşımla tanımlanmıştır. El-Maverdi şehri “idari ve cezai kaideleri yürüten bir idarecinin, kazai hükümleri yerine getiren bir hakimin bulunduğu yer olarak”4 tarif etmiştir. Benzer biçimde Molla Hüsrev de şehri “Mısr”(şehir) öyle bir mekandır ki; orada hadleri icra eden ve kanunları yürüten bir emir ve kadı bulunur”şeklinde tanımlamıştır.
İlk şehirlerin kurulması ve şehirleşmenin başlaması, coğrafi ve kültürel olarak Doğu diye adlandırılan Anadolu, Mezopotamya, Hindistan ve Mısır coğrafyalarında yer alan ırmak boyları, deniz kıyıları ve önemli kara geçitlerinde gerçekleşmiştir.
  Köylerdeki tarım faaliyetlerinin zenginlik üreten bir düzeye çıkmasıyla artan ürünün depolanması, korunması, satılması ve değerlendirilmesi gibi sorunlar, köy şartlarında kurulamayacak yeni bir örgütlenme biçimini gerektirmiş, bu süreçte köyden ileri merkezi bir idari yapı olan şehir ortaya çıkmıştır.
Birçok şehir, askeri, ekonomik ve siyasi nedenlere bağlı olarak kurulmuştur. Ülke sınırlarını koruma ihtiyacı garnizon şehirlerin(Abbasiler zamanındaki avasım şehirleri), ekonomik amaçlar ise sanayi şehirlerinin ve kıyılarda liman şehirlerinin (Eski Mısır ve Sümer şehirleri örneklerinde olduğu gibi) kurulmasına yol açmıştır. Bir bölgenin savaş, salgın hastalıklar, depremler nedeniyle harap olması ve terk edilmesi gibi çeşitli stratejik gerekçeler de yeni şehirlerin ortaya çıkmasına ortam hazırlamıştır.
Şehir tarihi çalışmalarıyla bilinen Lewis Mumford şehirlerin kurulmasında din unsurunun belirgin bir öğe olduğunu belirtmektedir. Kâbe’nin inşa edilip Mekke şehrinin onun etrafında gelişmesi, İlk Çağ şehirlerinde tapınağın, Orta Çağ hristiyan şehirlerinde kiliselerin şehrin merkezinde yer alması, insanların hayatını doğrudan yönlendiren dinlerin şehirlerin kurulup gelişmesindeki yerini açıklamaktadır. 
İnsanlar için önemli olarak görülen ne ise onun etrafında şehirleşme oluşmuştur. Örneğin, Sanayi Devriminden sonra şehirlerin kurulmasında ekonomi tek belirleyici etken haline gelmiştir. Günümüzde şehirler; coğrafi olarak kıyı şehri, ekonomik olarak ticaret şehri, finans şehri, kültürel olarak sanat şehri, tarihi olarak antik şehir, orta çağ şehri veya gökdelenler şehri, teknoloji şehri, turizm şehri gibi özelliklerine göre de tasnif edilebilmektedir

İslam Sanatları

1:Mimari
Namazın cemaatle kılınması tavsiyesi camiyi, bedensel temizlik vecibesi hamamı, yolcuya hizmet ilkesi han ve kervansarayı, İslam’ın ilme verdiği değer medreseyi, nefis terbiyesi tekkeyi doğurmuştur.
 İslam mimarisinde tevhid (birlik) ilkesi esastır. Bu ilke ile manevi olanla maddi olan arasında herhangi bir ayrım yapılmadan, değerleri hayatın her yönüyle bütünleştiren bir birlik anlayışı hedeflenir.
İslam Mimarisi, hem yeni Müslüman olanların hem de diğer medeniyetlerin mimarisinden etkilenmiş, hem de onları etkilemiştir.
 İslam mimarisi gerçekçidir (fonksiyonel). Müslümanlar sadece zevk ve estetik kaygı için değil, mimari eserlerini dini veya sosyal bir ihtiyaca binaen yapmışlardır
A. Dinî Mimari
Örnekler: Camiler, Türbeler,Kabe, Mescidi Nebevi. Türleri: Fetih Camii,Selatin Camii,Namazgâh.
B.Sivil Mimari
Örnekler:Külliyeler,Medreseler,Kütüphane,Sıbyan Mektebi, Darü'ş şifa,tabhane(misafirhane),hamam,imaret,saray,köprü,çeşme,kervansaray,bedesten,kuş evi.
C.Askerî Mimarî
Örnekler:Ordugâh,ribat,sur,kale,hendek,tabya,ok meydanı, gözetleme ve haberleşme kuleleri

2.Güzel Sanatlar
A.Hüsn-i Hat
İslam’da yazının en gözde sanatlardan biri olmasının ve mevcut estetik görüntüye ulaşmasının başlıca sebebi, Kur’an’ı şanına yaraşır bir güzellikte ve göze hitap edecek bir şekilde yazma ideali ve arzusudur.
Kâğıt üzerindeki şahane yazılar dışında İslam sanatında eser verilen her alanda yazı mutlaka yer alır. Mimari tezyinattan, ağaç, deri, seramik, maden, kumaş, takı, silah vb. akla gelebilecek tüm estetik nesnelerde farklı karakterlerde sanatlı yazılar görmek mümkündür. 
İslamiyet’in farklı coğrafyalara yayılmasından sonra Arapça, sadece Araplara ait bir dil olmaktan çıkıp Müslümanların ortak değeri haline gelmiştir. Bundan dolayı “İslam yazısı” adını almıştır
Altı Çeşit Yazı (Aklam-ı Sitte/Şeş Kalem):muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, tevki, rik’a. Bu yazış tarzı farklılığıdır, yazı farklılığı değil.
Hat sanatının öncüleri: İbn Mukle,İbnü’l-Bevvab,Yakut el-Musta’sımi,Amasyalı Şeyh Hamdullah,Ahmed Şemseddin Karahisari,Hafız Osman,Mustafa Rakım
Hat Sanatında Kullanılan Malzemeler:  kamış .
 Hattat Osmanlı Sultanları: II. Bayezid (hocası Şeyh Hamdullah), IV. Murad, II. Mustafa, III. Ahmed (hocası Hâfız Osman), II. Mahmud (hocası Mustafa Râkım), Abdülmecid ve Mehmed Reşad 
B. Tezhip
Tezhip; başta dini kitaplar olmak üzere, divanları, hilye-i şerifleri, mesnevileri, tarihi, ilmi, edebi el yazması kitapları, güzel yazı levhalarını, murakkaa denilen güzel yazı albümlerini, icazetnâmeleri, fermanları ve tuğraları süsler
C. Ebru
 Ebru, kâğıt üzerine özel yöntemlerle yapılan geleneksel bir süsleme sanatıdır.
D.Minyatür
El yazması kitapların metinlerini bezemek ve açıklamak amacıyla yapılmış, ışık gölge oyunlarıyla derinlik (perspektif) kazandırılmayan küçük boyutlu renkli satıh resimlere minyatür denilmektedir.
Sanatçı örneği:Matrakçı Nasuh,Levnî
E.Çinî
  Kelimenin aslı Osmanlıca çînî (Çin’e ait, Çin işi) olup porselen sanatını dünyaya tanıtan Çinlilere izafetle Çin isminden türetilmiştir. Killi topraktan pişirilerek yapılan duvar kaplama malzemesine çini (kâşi) veya seramik, kullanım eşyasına keramik, saf kilden yapılan kalitesi yüksek malzemeye ise porselen ismi verilmiştir.
Örnek eser: İstanbul Sultan Ahmet Camii
F. Diğer sanatlar:Ahşap Sanatı,Ciltçilik,Kumaş Sanatı,Halı Sanatı,Maden Sanatı,Taş İşçiliği

3.Musıki
İslam medeniyetinde Müslüman âlimler musikiyi genelde matematik ilimleri (ulum-i riyaziyye) arasında saymışlardır. Bu alanda ilk ciddi çalışmalar Kindî, Farabi ve İbn Sina gibi filozoflar tarafından yapılmıştır.
Ezan
 Tevhid ilanı ve namaza çağrı gibi dini işlevleri olan ezanın geleneksel okunuşu başlı başına estetik bir olaydır.Osmanlı üst düzey eğitim kurumlarından Enderun'da ezan için özel gençler seçilir ve eğitilirlerdi. Her vaktin ezanı farklı bir tarzda okunurdu. Çifte ezan, iki müezzinin karşılıklı olarak okuduğu ezana denir. Eskiden İstanbul’da sabah ezanının sabâ, dilkeşhâverân; öğle ezanının hicaz, rast; ikindi ezanının hicaz, uşşak; akşam ezanının segâh, rast ve dügâh; yatsı ezanının ise uşşak, nevâ, rast ve hicaz makamlarında okunması bir gelenek haline gelmişti.
Dini (Cami-Tekke) Musikisi
Camiilerde enstrüman kullanılmamış, tekkelerde ise kulanılmıştır.  Osmanlı döneminde her hicri ay için ayrı bestelenmiş ilahiler vardı. Salatların,tesbihatların,tekbirlerin herbirinin ayrı bir makamı vardı.Örnek  sanatçı .Itrî.  Eseri: Segâh bayram tekbiri.
Mehter , askeri müzik icrası için kullanılmıştır. Mehterin icra düzeni savaşta saf, normal zamanlarda ise yarım ay biçimindeydi.
Musıki,İslam medeniyetinde ruhsal hastalıkların tedavisinde de  kullanılmıştır.

15 Nisan 2019 Pazartesi

İslam Ahlakının Kaynakları

Dinimizde her konuda olduğu gibi ahlak alanında da temel kaynaklarımız Kur’an ve sünnettir.
Kur’an-ı Kerim’de ahlaki davranış olarak övülen ve önerilen güzel huylar yanında yerilen ve uzak durulması tavsiye edilen kötü huylardan da bahsedilir. Yüce kitabımızda  Kalem suresi, 4. ayet'te  “Şüphesiz ki sen, yüce bir ahlak üzeresin.” ifadesiyle övülen Peygamber Efendimiz adeta “Canlı Kur’an” olarak ahlaki güzelliklerin tamamını hayatında yaşamış ve bizlere bu konuda da örnek olmuştur. 
 Kur’an-ı Kerim’de ihlas, takva, doğruluk, adalet, cömertlik, sevgi, ana-babaya iyilik gibi güzel huylar emredilmekte; riya, yalan, gıybet, rüşvet, cimrilik gibi kötü huylar da mü’minlerin uzak durması gereken günahlar olarak anlatılmaktadır. Peygamber Efendimiz de Kur’an-ı Kerim’de anlatılan güzel ve çirkin huyları hadislerinde açıklayarak, nasıl anlaşılması gerektiği konusunda ayetlerdeki emir ve yasakları tefsir etmektedir.
Örneğin Hadis  kitaplarından Müslim'de ( Birr, 70) Peygamber Efendimiz de gıybeti “Kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır!” şeklinde tarif etmiştir. Sahabilerden birinin, “Ya kardeşimde o söylediğim durum varsa ne dersiniz?” sorusuna ise, “Söylediğin şey eğer onda varsa gıybet etmişsindir. Şayet yoksa ona iftira etmiş olursun.”cevabını vererek gıybeti açıklamıştır.
Bir mü’minin ahlaki bakımdan olgunlaşması ve imanını kemale erdirmesi için Kur’an-ı Kerim’deki emir ve yasaklara uyması gerekir. Bunu gerçekleştirebilmenin yolu ise sünnete uymayı  bir hayat prensibi olarak benimsemekten geçer. Peygamber Efendimizin sünnetine uymak ve onun yolunu takip etmek, ahlaki erdemlere ulaşmak isteyen Müslümanlar için en istikametli ve en kolay yoldur. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de  Âl-i İmrân suresi, 31. ayet'te  “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’

ÖMER BİN ABDÜLAZÎZ

61’de (680) Medine’de doğdu. Babası Mısır Valisi Abdülazîz b. Mervân, annesi Hz. Ömer’in torunu Ümmü Âsım’dır. Çocukluğunun ilk yıllarını Medine’de dayılarının yanında geçirdi. Babası, küçük yaşta Kur’an’ı ezberleyen Ömer’i Medine’nin tanınmış âlimlerinden Sâlih b. Keysân’a emanet etti. Medine’de Enes b. Mâlik ve dayısı Abdullah b. Ömer başta olmak üzere pek çok sahâbîyi dinleme imkânı buldu. Ubeydullah b. Abdullah ile Saîd b. Müseyyeb ve Urve b. Zübeyr gibi tâbiînin ilk tabakasına mensup âlimlerin derslerini takip etti. Daha sonra babasının yanına Mısır’a gitti ve ergenlik çağına ulaşıncaya kadar orada kaldı. 

Babasının vefatı üzerine (86/705) Halife Abdülmelik tarafından Dımaşk’a çağrıldı. Burada halifenin kızı Fâtıma ile evlendi. 87 (706) yılında Hicaz valiliğine tayin edildi. Valilik merkezi Medine’deki ilk icraatı, şehrin on meşhur fakihiyle görüşüp meseleleri kendileriyle istişare ettikten sonra karara bağlayacağını bildirmek oldu. Yaklaşık yedi yıl süren valiliği sırasında beş defa hac emirliği yaptı. Halife I. Velîd’in tâlimatıyla Mescid-i Nebevî’yi genişletti ve Resûlullah’ın namaz kıldığı diğer mescidleri yeniletti. Irak Valisi Haccâc’ın uygulamalarını sert bir şekilde eleştirmesi görevinden azliyle neticelendi (93/712). 

Valilikten alındıktan sonra Dımaşk’a giden Ömer zalim valileri eleştirmeyi Halife Velîd’in meclislerinde de sürdürdü. Velîd’in ardından halife olan Süleyman, kardeşi Velîd’in kendisini veliahtlıktan azletme teşebbüsüne karşı direnen Ömer’i danışmanları arasına aldı, oğulları ve kardeşleri bulunduğu halde son hastalığı sırasında onu kendisine veliaht tayin etti. Ömer b. Abdülazîz 99 (717) yılında Süleyman’ın ölümü üzerine halife ilân edildi. Bu önemli görevin kendisine bilgisi dışında verildiğini söyleyerek affını istediyse de biat merasimine katılanların ısrarları üzerine görevi kabul etti (10 Safer 99 / 22 Eylül 717). Halifeliği İslâmî kurallar çerçevesinde yürütmeye çalışan Ömer b. Abdülazîz, uygulamalarında esas almak için Hz. Peygamber’in ve anne tarafından dedesi Hz. Ömer’in yönetimle ilgili karar ve icraatları hakkındaki belgeleri topladı. Meşhur âlimleri kendisine danışman seçti. Ayrıca çeşitli vilâyetlerdeki âlimlere mektuplar yazarak onların tavsiyelerini istedi. 

Ömer b. Abdülazîz’in ilk icraatı İstanbul’u kuşatmakta olan Mesleme b. Abdülmelik’in ordusunu geri çağırmak oldu. Darende’yi tahliye edip halkını Malatya’ya yerleştirdi. 100 (718-19) yılında Bizans tarafından tahrip edilen Lazkiye şehrini yeniden inşa ve tahkim ettirdi. Bu arada Mâverâünnehir bölgesindeki fetih hareketini de durdurdu. Bununla birlikte sınırların korunması ve Bizans’a saldırı fırsatı verilmemesi için geleneksel yaz ve kış seferlerini devam ettirdi. Azerbaycan’a saldıran Türkler hezimete uğratıldı. Pireneler’i aşıp Güney Fransa içlerinde ilerleyen ordular Toulouse şehrine kadar ulaştı. 

Halife Ömer saraydaki lüks eşyaları beytülmâle koydurması, köle ve câriyeleri âzat etmesi, halktan biri gibi yaşaması ve hutbelerde sadece halifeler için yapılan duayı halk için okunan umumi duaya çevirmesi gibi uygulamalarıyla Emevîler’in geleneksel saltanat görüntülerine son verdi. İlk dört halifeyi örnek alan bu davranışları sebebiyle Hulefâ-yi Râşidîn’in beşincisi sayılan Ömer idarî, iktisadî ve içtimaî sahalardaki icraatlarıyla da aynı çizgiyi devam ettirdi. İdarî alandaki icraatlarına halka zulmeden ve yolsuzluklara adı karışan valileri ve diğer memurları görevlerinden almakla başladı. Onların yerine hangi kabileden olduklarına bakmaksızın dindar ve dürüst yeni memurlar tayin etti. Valilik, kadılık, vergi memurluğu görevlerini halifelikle birlikte dört temel esas kabul ederek özellikle kadılık görevine hukuk bilgisi yanında takvâsıyla temayüz etmiş âlimleri getirdi. Kötülüklerinden emin olunamayacağı gerekçesiyle çeşitli devlet dairelerinde çalışan gayri müslimleri görevlerinden uzaklaştırdı. Valilerin ticaretle uğraşmasını ve hediye almasını yasakladı. Halka mazlumun yanında olduğunu, memurlardan şikâyetçi olanların doğrudan kendisine başvurabileceğini bildirdi. Cuma gününü mezâlim mahkemesi duruşmalarına ayırdı. İdam ve el kesme cezalarının kendisinden izin alınmadan uygulanmasını, suçlulara dayak atılmasını yasakladı. Hapishaneleri ıslah ederek suçluları işledikleri suçlara göre ayrı koğuşlara yerleştirdi. 

Muâviye’den itibaren Emevî hânedanı mensuplarının ve devlet adamlarının gasbettikleri malların tesbitini ve hak sahiplerine iade edilmesini sağlamaya çalıştı. Muâviye tarafından Mervân’a iktâ edilen ve zamanla kendisine miras kalan Fedek arazisini sahipleri olan Ehl-i beyt mensuplarına iade etti. Önceki halifeler tarafından kendisine verilmiş diğer gayri menkulleri ve kıymetli eşyayı beytülmâle devretti. Hanımının mücevherlerini ve evindeki fazla eşyayı da beytülmâle koydurdu. Halifelik görevi karşılığında maaş almayı reddetti. Emevî hânedanı mensupları ve diğer devlet adamlarının haksız kazançlarının tesbiti için geniş kapsamlı bir çalışma başlatması ellerindeki malların alınmasına tahammül edemeyen yakınları tarafından tepkiyle karşılandı ve ölümle tehdit edildi. Ancak o bu tehditlere aldırmadan bu uygulamayı ısrarla sürdürdü. Onun bu uygulamaya karşı çıkan yakınlarını Medine’ye gidip halifeliği şûra sistemine çevirmekle tehdit ettiği rivayet edilir (İbn Sa‘d, V, 344). 

İç barışa büyük önem veren Ömer b. Abdülazîz idareye muhalif gruplara karşı âdil bir yönetim uyguladı. Hulefâ-yi Râşidîn’in anlayışını ihya ederek din âlimlerinin ve halkın sevgi ve desteğini kazandı. Hz. Ali evlâdı ve Hâricîler’in de yönetimle barış içinde yaşamasını sağladı. Muâviye devrinden beri devam eden, hutbelerde Hz. Ali’nin lânetlenmesi âdetini kaldırdı; onun evlâdına ve taraftarlarına karşı çok iyi davrandı, ellerinden alınan emlâki geri verdi. Hâricîler’le mücadelede de ikna yolunu benimseyip mecbur kalmadıkça silâh kullanılmasına izin vermedi. Kendileriyle çeşitli konuları tartışarak Yezîd b. Abdülmelik’in veliahtlığı hariç diğer bütün meselelerde görüşlerini onlara kabul ettirdi. Kaderiyye görüşünü benimseyenlerle ilmî münazaralara girişip liderleri Gaylân ed-Dımaşkī’yi ikna etmeyi başardı. Mutaassıp Kaderiyye taraftarlarını ülke dışına çıkarmakla yetindi. 

Ömer b. Abdülazîz, Emevîler’in ilk dönemlerinden itibaren ikinci sınıf müslüman muamelesi gören mevâlîyi Arap asıllı müslümanlarla eşit kabul etti. Gayri müslimlerin idare ve müslümanlar aleyhindeki şikâyetlerine kulak vererek haksız yere ellerinden alınan kiliselerini, evlerini ve diğer mallarını iade etti ve mağduriyetlerini giderdi. Yaşlı ve muhtaçlara hazineden tahsisat ayırdı. Ülkesindeki gayri müslimlerin ihtidâsı için büyük gayret sarfetti, davet mektupları ve tebliğ heyetleri göndererek onları İslâm’a çağırdı. Berberî kabilelerinin tamamı onun gayretleriyle müslüman oldu. Horasan ve Mısır halkı kitleler halinde İslâm’a girdi. Mâverâünnehir’de bazı mahallî hükümdarlar halklarıyla birlikte İslâmiyet’i kabul ettiler. Hindistan hükümdarlarından birkaçı onun davetine uyup halklarıyla birlikte müslüman oldular. 

Malî alanda yaptığı düzenlemelerle de dikkat çeken Ömer b. Abdülazîz başarılı bir vergi reformu gerçekleştirdi. Fethedilen toprakların müslümanların ortak mülkü olduğu düşüncesinden hareketle 100 (718-19) yılından itibaren haracî arazilerin satışını yasakladı. Önceden müslümanlara satılmış olan bu nevi araziler için toprak vergisi olarak haraç, mahsulünden de öşür vergisi olmak üzere iki vergiyi birden aldı (Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, s. 169-176). Cizye ile ilgili önemli bir düzenleme yaptı. Emevî valileri, zimmîler arasında ihtidâ hareketinin hızlanması üzerine devletin cizye geliri azaldığı için mevâlîden de cizye almaya başlamışlardı. Ömer b. Abdülazîz müslüman olmanın cizyeyi düşürdüğünü vurgulayarak mevâlîden alınan bu vergiyi kaldırdı. Ayrıca zimmîlerden ruhban sınıfını ve cizye ödemekte zorlananları geçici süreyle cizyeden muaf tuttu. 

Bunun yanı sıra dinî bir esasa dayanmayan bütün vergileri kaldırdı. Mandaların ve madenlerin zekâtı ve gümrük vergisiyle ilgili yeni düzenlemeler yaptı. Deniz ticaretini ve tarımı teşvik etti, sulama işlerine önem verdi. Ziraatı geliştirmeleri için zimmîlere cizye muafiyeti tanıdı. Vergilerin öncelikle mahallî ihtiyaçlarda harcanmasını sağladı. Yeterli geliri olmayan bölgelere yardımda bulundu. Malî sistemde yaptığı düzenlemelerle güçlenen devlet hazinesini savaş yapmak veya isyanları bastırmak için değil halkın refah düzeyini yükseltmek için kullandı. İlk İslâm tarihçileriyle bazı şarkiyatçılar, sadece iki buçuk yıl sürmesine rağmen onun döneminde büyük bir maddî kalkınma olduğu konusunda birleşirler. Kendisine karşı sevgi ve güven duyan mükellefler zekâtlarını ve vergilerini ödemede duyarlı davrandıkları için halkın refah seviyesi yükseldi. Ticaretle uğraşanlar dışında herkese yeterli miktarda maaş bağlandı ve böylece ülkede muhtaç kimse kalmadı. Zekâta muhtaç müslümanların sayısının azalması sebebiyle artan zekât ve vergi gelirlerinin bir kısmı esirleri kurtarmak, borçlulara yardım etmek, fakir bekârları evlendirmek için kurulan yardım fonlarına aktarıldı. Fakirler ve yolcular için aşevleri, işlek yollar üzerinde yolcuların bir gün ücretsiz olarak kalabilecekleri konaklar inşa edildi. Aden’de bir cami, Misis’te bir cami ve bir sarnıç yaptırıldı. Emevîler döneminin başında terkedilen İslâmî yönetim anlayışını yeniden uygulamaya koyan Ömer b. Abdülazîz, 20 veya 25 Receb 101 (5 veya 10 Şubat 720) günü Humus’a bağlı Deyrsem‘ân’da vefat etti. Bazı kaynaklarda Abdülmelik evlâdı tarafından zehirletilmesi sonucu öldüğü kaydedilir (Taberî, VI, 556). Abdülmelik’in kızı Fâtıma dışında üç hanımla daha evlendiği ve yirmi civarında çocuk sahibi olduğu rivayet edilir. 

Adaletiyle Hz. Ömer’e, zühd ve takvâsıyla Hasan-ı Basrî’ye, ilim bakımından Zührî’ye benzetilen Ömer b. Abdülazîz halifeliği sırasında çok sade bir hayat sürmüş, saraylarda oturmayıp Halep civarındaki Hunâsıra’ya yerleşerek zamanının çoğunu orada geçirmiş, resmî ve sivil heyetleri genellikle orada kabul etmiştir. Kamu mallarını yetim malına benzetir ve beytülmâli kendisine bırakılan bir emanet kabul ederdi. Hazineden maaş almadığı gibi şahsî işlerini yürüttüğü sırada devlete ait mumu dahi kullanmadığı kaydedilir. 

Ömer b. Abdülazîz aynı zamanda çok hadis rivayet eden güvenilir bir hadis râvisi, seçkin bir fakih, dirayetli bir kelâm âlimidir. İbnü’l-Bâgandî onun rivayet ettiği hadisleri Müsned’inde derlemiştir. Abdülkāhir el-Bağdâdî, Ömer’in tâbiîn neslinden Ehl-i sünnet kelâmcılarının ilki olduğunu ve Kaderiyye’ye reddiye mahiyetinde bir risâle yazdığını söyler (Mezhepler Arasındaki Farklar, s. 289). Ebû Nuaym onun bu konudaki bir mektubunu nakletmektedir (Ḥilye, V, 346-353). Ömer b. Abdülazîz sahih hadislerin tedvîni yolundaki faaliyetleri resmen başlatarak sünnetin derlenmesinde de önemli bir görev ifa etmiş, Zührî onun emriyle derlediği hadis mecmualarını çoğaltıp çeşitli bölgelere göndermiştir. Süryânîce bazı tıp kitaplarını Arapça’ya tercüme ettirdiği de bilinmektedir. 

Ömer b. Abdülazîz’in hayatı ve faziletlerine dair birçok eser yazılmıştır (bk. bibl.). Nusayb b. Rebâh da onun için methiye ve mersiyeler kaleme almıştır. Barthold 1920’de yayımlanan makalesinde onun şahsiyeti hakkında yeni fikirler ortaya atmıştır (“Chalif Omar II: Protivorečivyje izvestija o jego ličnosti”, Christianskij Vostok, VI, 203-234). Mevlüt Koyuncu İkinci Hazreti Ömer (İstanbul 1996), Mervân Ali Muhammed el-Kaddûmî es-Siyâsetü’l-idâriyye fî ʿahdi ʿÖmer b. ʿAbdilʿazîz (1403, Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye [Riyad]) ve Muhammed b. Sa‘d b. Şukayr Fıḳhu ʿÖmer b. ʿAbdilʿazîz (1407, Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye [Riyad]) adıyla birer doktora tezi hazırlamışlardır. 

Kaynak:TDV İslam Ansiklopedisi
İlgili olduğu ders:Tarih 9

8 Nisan 2019 Pazartesi

Vadi's-seyl Muharebesi

XVI. yüzyılın en önemli meydan savaşlarından biridir. Vadisseyl Muharebesi ve ya Vadiü’l-Mehazin Muharebesi olarak da geçmektedir. Bu savaşta Türkler, Portekiz ordu ve donanmasını kralları ve bütün asilzadeleri ile birlikte yok etmişlerdi. Bu darbe sonunda Portekiz haritadan silinmiş ve büyük devletler arasından ebediyen yok olmuştur.
Meydan savaşı 4 Ağustos 1578’de Kuzey Fas’ta Tanca yakınlarındaki Vâdî’s-Seyl’de geçmiştir. Türk ordu ve donanmasına komuta eden oramiral Ramazan Paşa Tunus beylerbeyisi (genel valisi) ve Cezayir beylerbeyi vekiliydi. (Cezayir beylerbeyi İstanbul’daki kaptan-ı derya Kılıç Ali Paşaydı). Bizzat Kral Dom Sebastiano’nun başkomutanlık ettiği büyük Portekiz ordu ve donanması 80.000 kişilik bir kuvvetle Tanca’ya çıkmıştı. Portekizliler’i en kudretli Hıristiyan hükümdarı olan İspanya Kralı II. Felipe 6.000 atlı ve 50 savaş gemisiyle destekliyordu.
Savaşın sebebi bütün sömürgeleri aralarında bölüşmüş olan iki büyük Avrupa devletinin (İspanya ile Portekiz), Fas Arap İmparatorluğu’nu da sömürgeleştirmek istemesidir. Bu ise Osmanlının Cezayir eyaleti için açık bir tehditti. Büyük devletler arasında sayılan ve Orta Afrika’nın derinliklerine kadar uzanan Fas imparatorluğu Kanuni Sultan Süleyman‘ın son zamanlarında İstanbul’a tabi olmuş fakat bir müddet sonra bu tabilikten ayrılmıştı. Bununla beraber Fas’ta gene de büyük Türk menfaatleri vardı. Kılıç Ali Paşa, Ramazan Paşa’ya Portekizliler’i ne pahasına olursa olsun Afrika’dan kovmak emrini vermişti.
Ramazan Paşa, küçük ordusu ile hızla Tanca’ya yürüdü. Bir kısım Fas birlikleri de kendisine katıldı. 4 Ağustosta derhal düşmana taaruza geçen Türkler Portekizliler’i darmadağın ettiler. 20.000 Portekizli, bu arada kral ve bütün maiyeti savaş alanında can verdi. 40.000 düşman ve 360 top, Türkler’e teslim oldu. Geri kalan 20.000 Portekizli büyük donanmalarına kendilerini zor attılar. Fakat Türk donanması Portekiz donanmasını daha Afrika sularında çevirdi. Yapılan çok şiddetli savaşlar sırasında Portekiz gemilerinin çoğu batırıldı.
Bu darbeden 2 yıl sonra bütün kudreti, ordusu ve donanması mahvolan hanedanı sönen Portekiz Krallığı İspanya’ya katıldı. Tam 80 yıl İspanyol boyunduruğunda yaşadı ve artık büyük devlet olamadı. Fas İmparatorluğu ise ikinci defa Osmanlıya tabi oldu. Osmanlının batı sınırı Atlas Okyanusu’na, Nijer nehrine erişti. 1574’te İstanbul’a gelip III.Murat‘ın huzuruna kabul edilen I. Sultan Abdülmelik yerine Ramazan Paşa, II. Ahmet’i Fas tahtına geçirdi ve durumu Divanı Hümayun’a bildirdi.
İlgili olduğu ders: Tarih 10