Kruşçev /Barış İçinde Bir Arada Yaşama
Stalin’in ölümünden (1953) sonra iktidara gelen Kruşçev (Kruçev), Batı ile ilişkilerin geliştirilmesi için politik adımlar attı. Kruşçev bu çerçevede Federal Almanya’yı tanıdı, Avusturya ile anlaşma yaparak bu ülkedeki askerlerini geri çekti, Japonya ile barış antlaşması imzaladı ve Batı’nın silahsızlanmaya dair önerilerinden bir kısmını kabul etti. Kruşçev’in kişisel yönetim anlayışı da yumuşamanın ortaya çıkmasında etkili oldu. Kruşçev, barış içinde bir arada yaşama ilkesine özel bir anlam yükledi.
Dehşet Dengesi
Sovyetlerin 1957’de başlattığı Sputnik Programı ile nükleer teknolojide uzay çağı başladı. 1957’den sonra dehşet dengesinin ortaya çıkması istikrarı beraberinde getirdi. Dehşet dengesinin temelinde her iki ülkenin ikinci vuruş yeteneğine yani karşılık verme olanağına sahip olması yatmaktaydı. Dolayısıyla en güçlü saldırı bile karşı tarafın ikinci vuruş yeteneği olduğu sürece, nükleer bir savaşa yol açabilirdi. Kıtaları doğrudan vurabilen füzeler, uzun menzilli uçaklar ve aynı anda birden fazla hedefi vurabilen nükleer başlıklarda ABD ile SSCB yarış hâlindeydi. Taraflar bir yandan bu yarışı sürdürürken diğer yandan nükleer bir savaşa yol açabilecek çatışmaların önlenmesi için tedbirler almaya da başladılar. Bu amaçla yapılan görüşmeler, 1962’deki Küba Buhranı’na kadar diplomasi manevraları şeklinde devam etti.
Küba Buhranı
Küba Olayı’ndan sonra Doğu-Batı ilişkilerinde yumuşama dönemi başladı. Küba Buhranı, Doğu ve Batı blokları arasındaki ilişkilerde dönüm noktası oldu. ABD ve SSCB, Küba Buhranı’nda takip ettikleri savaş eşiği politikasının hangi sonuçları doğurabileceğini görmüş oldu. Bu yüzden yumuşama denen olgu, başlangıçta yapıcı bir iş birliğinden çok, savaşın eşiğine varacak davranışlardan kaçınma şeklinde ortaya çıktı. Yumuşamanın oluşmasında Çin-Sovyet çatışması ve Bağlantısız Devletler de etkili oldu. ABD ve SSCB arasında 1960’lı yılların başından itibaren konvansiyonel silahlardaki sınırlandırma bir tarafa bırakılarak nükleer silahsızlanmaya dair görüşmeler yapıldı. 1962 Küba Buhranı ile dünyanın nükleer bir savaşın eşiğinden dönmesi, bu süreci hızlandırdı ve çözüme ulaşmak için pek çok antlaşma imzalandı.
Küba Buhranı sonrasında imzalanan antlaşmalar şunlardır:
• 1963’te “Atmosferde, Uzayda ve Su Altında Yapılan Nükleer Denemelerin Durdurulması Antlaşması”
• 1968’de “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması”
• 1971’de “Deniz Dibi Antlaşması”
• 1972’de “Biyolojik Silahlar Sözleşmesi”
• 1974’te Amerika ile Sovyetler Birliği arasında “Yer Altı Nükleer Silah Denemelerinin Sınırlandırılması Anlaşması” imzalandı.
Stratejik Silahların Sınırlandırılması Antlaşmaları (SALT-I)
SALT-I Antlaşması, 26 Mayıs 1972’de Amerika Başkanı Richard Nixon (Riçırd Niksın) ile Sovyetler Birliği Komünist Parti Genel Sekreteri Leonid Brejnev (Liynıt Brecnef) arasında Moskova’da imzalandı. SALT-I Antlaşması, Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası oldu. Bu antlaşmadan üç gün sonra ABD ile SSCB arasındaki münasebetlerin temel ilkeleri belirlendi. ABD ve SSCB, SALT-I Antlaşması’yla nükleer silahsızlanma konusunda önemli bir adım attı. Bu antlaşma, Helsinki Deklarasyonu’nun yolunu açacaktı.
Stratejik Silahların Sınırlandırılması Antlaşmaları (SALT-II)
SALT-I’in oluşturduğu olumlu hava içinde Amerika ve Sovyet Rusya, saldırgan stratejik silahların sınırlandırılması için görüşmelere başladı. SALT-II Antlaşması, 18 Haziran 1979’da Jimmy Carter (Cimi Kartır) ile Leonid Brejnev (Lionid Bırijniv) arasında Viyana’da imzalandı. Bu antlaşmaların esas önemi stratejik ve uzun menzilli nükleer silahların sınırlandırılmasıydı. Sovyet Rusya’nın 1979 yılının sonunda Afganistan’ı işgali, SALT-II’nin hayata geçmesine engel oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder